Pages

29 Ekim 2012 Pazartesi

ABD Batı Sahilleri Gezimiz 15, San Francisco 3

Önceki yazımda ifade ettiğim gibi, San Francisco'daki ikinci günümüzün gecesinde Palo Alto'da konakladık. Otel rezervasyonumuzu teklif (bid) vererek yaptığımızdan tam olarak hangi bölgede bir otel çıkacağını bilmiyorduk. Palo Alto'dan bir otelin çıkması bizim için güzel bir süpriz oldu. Çünkü Silikon Vadisinin ve Stanford üniversitesinin de bu şehre yakın olduğunu biliyorduk. Dolayısıyla bu sayede buraları görmemiz de mümkün olacaktı. Böylece daha önce buralara gidip gitmeme konusundaki kararsızlığımız da artık anlamını yitirmiş oldu.

Sabah ilk olarak kaldığımız otele beş dakika mesafedeki Stanford üniversitesi kampüsüne gittik. Buradaki gezimizden notları ve fotoğrafları paylaşmadan önce üniversite ve onun kuruluş hikayesi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Stanford Üniversitesi
Standford Üniversitesi 1891 yılında eski Kaliforniya valisi, senatör ve demiryolları şirketi sahibi iş adamı Leland Stanford ve eşi Jane Stanford tarafından kurulmuş. Aile üniversiteyi 16 yaşında tifodan hayatını kaybeden tek oğullarının anısına kurmuş.Tek çocuklarının kaybından sonra Leland Standford'un "Kaliforniyanın çocukları bizim çocuklarımız olacak" dediği kaynaklarda geçmektedir. Aile ilk etepta üniversite, teknik okul ve/veya müze kurma arasında kararsız yaşadıktan sonra nihai aşamada bir üniversite kurmaya karar vermiş. Aile bir Avrupa gezisi sonrasında ABD'nin doğu sahillerindeki Harvard, MIT, Cornell ve John Hopkins üniversitelerini ziyaret ederek rektörleri ile Kaliforniya'da yeni bir üniversite kurma konusunda görüş alışverişinde bulunmuş. Bir başka kaynağa göre ise Stanford çifti 1884 yılında Harvard Üniversitesini ziyaretlerinde rektör Charles Eliot'a  Kaliforniya'da Harvard benzeri bir okul kurmanın kendilerine ne kadara mal olacağını sorar. Eliot bunun için 15 milyon doların yeterli olacağını düşündüğünü söyler. Sonuç olarak aile Kaliforniya'da bir üniversite kurmaya karar verir. Stanford'lar üniversite kampüsünün inşa edileceği yer olarak şahsi malvarlıklarında bulunan çifliklerini (Palo Alto Stock Farm) tahsis etmişler. Bu yüzden Üniversite halen "the Farm" olarak da anılmaktadır. Üniversite inşası altı yıl sürmüş ve 1891 yılında hizmete açılmış. Bugün dünyadaki en büyük bütçeye sahip 3'üncü üniversite olan Stanford üniversitesi Silikon Vadisi'nin de öncüsü kabul ediliyor.

Üniversite kampüsünün dizayn ve planları New York'daki Central Park'ın da mimarı olan Frederick Law Olmsted tarafından yapılmış.

Üniversite kampüsü genelde yüksek katlı olmayan binalardan oluşuyor. Kampüs oldukça geniş bir alana kurulmuş olmasından dolayı yeşil alan ve spor alanları konusunda oldukça cömert. Üniversite gezimizden bir kaç kare paylaşmak istiyorum.


Kampüs içindeki sanat eserlerinden birisi

Gezimiz sırasında karşılaştığımız bir manzara: yoga zamanı
Üniversite kampüsündeki gezimizi, gün içinde görmeyi planladığımız diğer yerleri de düşünerek sınırlı tutmak zorunda kaldık. Ama kampüs gezimiz bununla sınırlı değildi. Bu kampüsden ayrılıp bir başka kampüse, Google kampüsüne geçtik. Burada arabayla turladıktan sonra bir kaç noktada durup fotoğraf çektik. Açıkçası kampüs o kadar sakindi ki soru soracak birilerini bile bulamadık. Binaların önünde park edilmiş google renkleri gibi çeşitli renkteki bisikletler buradaki ofis hayatı hakkında biraz bilgi veriyordu.



Stanford ve Google kampüslerine çok genel hatlarıyla yaptığımız gezileri bitirdiğimizde öğlen olmuştu. Tekrar yönümüzü San Francisco'ya doğru çevirdik. Planlamamıza göre önce Golden Gate Parkına gidecek daha sonra ordan Golden Gate köprüsünü en iyi gören noktalardan bir kaçına gidip oradan fotoğraflar çekecektik.

Golden Gate Park
İlk durağımız Golden Gate Park. Şehrin içinde inanılmaz güzellikte bir park. Orada olduğumuzda hafta sonu olduğundan arabayı park edecek yer bulmakta çok zorlandık. O kadar canlı bir parktı ki; koşanlar, çimlere uzanmış kitap okuyanlar, gril yapanlar, piknik yapanlar, oyun oynayanlar, hasılı tam bir şehir parkı. Şehir parkı dediğime bakmayın, parkın o kadar güzel ve doğal bir yapısı var ki sanki şehirden biranda kopmuşunuz da çok uzaklara tatile çıkmışınız gibi hissediyorsunuz. Parkda geçirdiğimiz bir kaç saat bizim için oldukça keyifli ve dinlendiriciydi. Park ile ilgili kısa bir bilgi da paylaşmak isterim. Park şehrin içinde dikdörtgen bir şekilde yapılmış. Sıklıkla New York'da bulunan Central Park ile karşılaştırılan Golden Gate Park ondan yüzde 20 daha büyükmüş. Parkın bir ucundan diğer ucu 5 km uzunluğunda. Aşağıya aldığım parkın havadan çekilmiş görüntüsü ise herşeyi anlatıyor aslında.

Parktan bizim çektiğimiz birkaç kare...



 Golden Gate Köprüsü (Golden Gate Bridge)
 San Francisco'nun dünyaca bilenen simgesi Golden Gate köprüsü bu şehirdeki gezimizin en son fakat en önemli kısmını oluşturuyor. İstanbul'u daha önce görmemiş bir yabancı için boğaz neyse San Francisco'yu görmemiş birisi için de Golden Gate aynı şeydir. Golden gate diyorum çünkü bu isim San Francisco körfezini pasifik okyanusuna açan boğazın adıdır. 3 mil uzunluğunda 1 mil genişliğindeki boğaz adını üzerine yapılan turuncu rengiyle San Francisco'nun simgesi olan köprüye de vermiştir. Peki bu boğaz golden gate adını nereden almış? Bir kaynağa göre bu isim ABD deniz kuvvetlerinde çalışan topografya mühendisi ve kaptan John C. Fremont tarafından kendisine İstanbul'daki Golden Horn'u (Haliç) hatırlattığı için verilmiş. Bu bilgi ne kadar doğru bilmiyorum ama bu şehir ile İstanbul arasında bazı noktalarda benzerlikler kurulmasını da anlamsız bulmuyorum, her ne kadar dünyada hiç bir şehrin İstanbul'un yerini tutamayacağına inansam da.

Golden Gate köprüsünün inşasına 1933 yılında başlanmış ve 1937 yılında hizmete açılmış. Köprü San Francisco'yu Marin Country'e bağlıyor. Köprünün dünyada dünyada en çok fotoğraflanan köprü olduğu söyleniyor. Köprünün en çok dikkat çeken özelliklerinden birisi de onu bu kadar belirgin kılan rengi belki de. Köprünün mimarı Irving Morrow, Amerikan donanmasının köprünün gemilerden kolay görünebilmesi için siyah ve sarı çizgili boyanmasını redderek sıcak turuncu rengini seçmiş. Ona göre bu renk köprünün boğazın doğal yapısındaki sıcak renklerini deniz ve gökyüzünün renginden onunla uyum içinde görünmesine sebep olacaktı. Bu renk aynı zamanda "International Orange" olarak da adlandırılıyor.

Köprü dünyada en çok fotoğraflanan köprü ünvanına sahip olduğuna göre onun hangi açıdan en güzel göründüğü konusunda da bir rehber vardır diye düşündük ve gitmeden kısa bir araştırma yaptık. Tahmin ettiğimiz gibi köprüyü izlemek ve fotoğraf çektirmek için tavsiye edilen birden çok (kimi sitelerde 10 tane) nokta var (The best place to see Golden Gate Bridge). Biz bunlardan iki tanesine gitmeye karar verdik. Bunlar birisi köprüyü aşağıdan yukarıya gören Fort Point diğeri yarımadanın karşı tarafından San Francisco'ya doğru bakan Bridge Visto Point.

Fort Point'den çektiğimiz karelerden ikisi...


 Bu fotoğraflar da köprüyü seyretmek için özel olarak yapılmış Bridge Vista Point'den çekildi.

Golden Gate köprüsü boğazın coğrafi yapısından dolayı çok sık sis altında kalıyormuş. Bu anlarda köprü güzelliğine bir başka güzellik ekliyor ve ortaya rüya gibi görüntüler çıkıyormuş. Biz bu anlara denk gelemedik. Dolayısıyla böyle bir fotoğraf karesi de yakalayamadık. Bu yazımda kendi çektiğim bir fotoğraf olsun isterdim. Bunu günün birinde telafi etmeyi de düşünerek internetten bulduğum bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum.
Golden Gate bridge gezimiz ardından San Francisco'dan ayrılıyoruz. ABD'nin batı kıyılarındaki son gezimizde en sona Yosemite National Parkı bıraktık. İyiki de öyle yapmışız. Çünü gezinin sonunda ne kadar doğru bir karar verdiğimizi orayı görünce anladık. İnanılmaz bir doğa ve apayrı bir dünya. Gezinin tüm yorgunluğunu burada toprağa bıraktık sanki. Bir sonraki yazımda bu parka yaptığımız geziden notları paylaşmayı düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder