Pages

17 Şubat 2013 Pazar

Philedelphia

Philadelphia ABD'de ikinci kez gittiğimiz şehirlerden birisi. İlk gezimizi Aralık 2011 de yapmıştık. Bu tarihten yaklaşık bir yıl sonra tekrar Philly'deyiz. Bu kez ilk geziden eksik kalan yerlere öncelik veriyoruz. Gezimize bu şehirde yaşayan arkadaşımızın evinde yaptığımız güzel bir kahvaltı ile başlıyoruz. Ardından hafiften atıştırmaya başlayan karın daha da hızlanmasını beklemeden ilk durağımız olan müzeler bölgesine geçiyoruz. Bu bölgede birbirine yakın mesafede bir çok müze bulunuyor. Bunlardan bizim listeye aldıklarımız; Philadelphia Museum of Art ve Rodin Museum.
Philadelphia Museum of Art
Amerikadaki en büyük sanat müzelerinden birisi olan Philadelphia sanat müzesi içinde 227 binden fazla eseri barındırıyor. Müze binası şehrin hakim bir noktasına inşa edilmiş. Müzeye girebilmek için epey bir merdiven çıkmak gerekiyor. Saymadık ama 72 basamaktan oluşuyormuş. Müzenin girişine kadar çıkan bu merdivenler Oscar ödüllü Rocky ve serinin diğer dört filminde Rocky'nin tırmandığı merdivenlermiş. Bu yüzden bu taş merdivenlere "Rocky Steps" adını vermişler. Merdivenlerin hemen başında Rocky'nin bronz bir heykeli de dikilmiş. Heykel gelen turistlerin hatıra fotoğrafı çektirdikleri önemli mekanlardan olmuş. Rocky ile fotoğraf çektirdikten sonra merdivenleri Rockyi taklit ederek tırmanmaya çalışmak da buraya özgü bir eğlence sanırım.
Müze önündeki Rocky heykeli
Müzeye çıkan merdivenlerin üstünden durup Benjamin Franklin Parkway (Bayraklı Cadde) ve City Hall'ü seyretmek ve sırtını burya verip bir hatıra fotoğrafı çektirmek de  bu gezinin önemli rutinlerinden birisi olsa gerek.
 
Philadelphia sanat müzesi merdivenlerinden Benjamin Franklin caddesi ve arkada City Hall 

 
Benjamin Franklin caddesi
Philadelphia sanat müzesi gezimizden sonra ikinci durağımız bayraklı caddeden ilerleyerek gittiğimiz Rodin Müzesi oldu. Ufak ama bahçesiyle birlikte oldukça zarif bir müze burası. Müze 1929'da Jules E. Mastbaum tarafından kurulmuş ve şehre hediye edilmiş.
 
 
Müze ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin'in bir çok heykeline ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en önemlisi, meşhuru ve şehrin önemli ikonlarından birisi olmuş olan "Düşünen Adam" heykelidir.   
 
Philadelphia'ya gelmeden önce izlediğimiz bir belgesel bu şehirde görmek istediğimiz üçüncü müzenin de gerekçesi oldu. Belgesel genel olarak 1872'de Philadelphia'da doğmuş Albert Coombs Barnes'ın yaşam öyküsünü ve özel olark da onun topladığı ünlü sanat eserleri ve bunların akıbeti ile ilgiliydi. Orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Barnes, bebek körlüğünün önlenmesine yönelik tedavilerde kullanılan bir ilacın geliştirici olan bir doktordur. Bu buluşu ona büyük servetler kazandırmış. Kazandığı bu servetini sanat kolleksiyonu yapmaya harcmış ve özellikle kendi çağdaşları olan ve sonrasında modern dönem resim tarihi içinde ikon kabul edilecek (Cezanne, Matisse, Picasso gibi) bir çok sanatçının eserini kolleksiyonuna katmış. Öte yandan onun dönemi içindeki aykırı kimliği muhafazakar Amerikalılar arasında tepki çekmiş. Hatta bu tepki belgesele göre Barnes ve muhalifleri arasında ciddi çekişmelere de sahne olmuş. Hikaye uzun. Barnes aynı zamanda eğitim ve güzel sanatların gelişimi konusunda çalışmak üzere bir de vakıf kurmuş. Müze bu vakıf tarafından idaere ediliyor. Gel gör ki müzeyi ziyaretimiz mümkün olmadı. Gittiğimiz gün müze "özel bir olay" nedeniyle sadece davetlilere açıkmış. Sonradan broşürlerden de anladığımız kadarıyla sanki Barnes' in vasiyetinin aksine müze biraz elitist bir çevrenin buluşma mekanına dönüşmüş.
Müze gezilerimizi tamamladıktan sonra dünyanın en meşhur vergi kaçakçısı Al Capon'un da hapis yattığı tarihi hapishane binasını gezmeye gittik. Bu gezimizden sonra daha önce adını sadece vergi kaçakçısı olarak bildiğimiz bu adamın ilginç hayat hikayesini de okuduk. Sicilyalı bu adamın hikayesi konu olan bir de film seyrettik. Al Capon'u Robert De Niro'nun canlandırdığı  The Untouchables  filmi çok da başarılı olmayan bir senaryoya rağmen Al Capone ve dönemine ilişkin fikir vermesi açısından güzeldi.

Zamanında dünyanın en meşhur hapishanesi olan Eastern State Penitentiary bugün harap vaziyette de olsa müze olarak hizmet veriyor. Hapishanenin tamamını gezme şansımız olmasa da oradan aldığımız bir kaç kare...


 
Philadelphia'daki gezimizi tamamlayıp Wahington DC'ye doğru giderken yolumuzu Amişlerin yoğun yaşadıkları Pensilvanya'nın Lancester şehrinden geçirmeye akarar verdik. Mevsim ve yola çıkış saatimizin çok kötü bir seçim olduğunu bilmemize rağmen en azından hiç görmemekten iyidir düşüncesiyle yola koyulduk. Bir taraftan yağan kar diğer taraftan ağır akan trafik Philadelpiha'dan bir saatte varmayı planladığımız yolculuğumuzu uzattı. GPS'den Amish Village olarak işaretlediğimiz noktaya vardığımızda akşam beş sularıydı. Amish Village olarak işaretlediğimiz yer meğer ticari amaçla kurgulanmış etrafı çevrili içinde kola makinalarının bile olduğu "modern" bir garabet olduğunu farkedince mekanın kapanmış olmasına üzülmedik.
Buradan ayrılıp yolumuza devam ederken yol üstünde Amishlerin yaşamlarına dair arabadan da olsa bir kaç kare yakalayabildik.İşte onlardan bir kaçı...
 
Lancester Country, Pensilvanya'dan bir yol manzara

Lancester Country, Pensilvanya'dan bir yol manzara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder