Amerika dönüşü gezilerimize oğlumuzun dünyaya gelmesi nedeniyle bir süre ara vermek zorunda kalmıştık. Geçen mart ayında bir iş toplantısı sebebiyle Parise gitmem gerektiğinde epeydir bastırdığımız gezi duygularımız yeniden depreşti. Ama bu kez durum öncekilerden çok farklıydı. Çünkü yalnız değildik, altı aylık bir de oğlumuz vardı. Bir bebekle nasıl gezileceği ya da gezilip gezilemeyeceği konusunda hiç bir fikrimiz yoktu. Kısa bir araştırma ve tecrübe aktarımı ardından kararımızı vermiştik. Denemeliydik. Toplantı sonrası gezi için üç gün planladık. Eşim ve çocuğum bu son üç gün bana katıldılar.
Hemen itiraf edeyim ki bebekle yaptığımız bu ilk gezi bizim tercih ettiğimiz ve alışık olduğumuz gezi tempolarının biraz altındaydı. Ama açıkçası başlangıçtaki beklentilerimizin de üzerindeydi. Bunda oğlumuzun henüz yürüme çağında olmaması ve gezimizde otel yerine kiraladığımız evde kalmayı tercih etmemiz önemli faktörler oldu sanırım.
Bu gezimizde otel yerine kiraladığımız bir evde konaklamak isabetli bir tercih olması yanında çok güzel de bir deneyim oldu. Hatta sonraki gezilerimiz için bizi cesaretlendirdi ve heyecanlandırdı. Kiraladığımız ev Paris'in 16. bölgesinde (16th arrondissement) bulunuyordu. Burası şehrin en merkezi ve turistik notalarına yürüme mesafesindeydi. Örneğin evden çıktığımızda Eyfel Kulesinin olduğu bölgeye 15 dakikada yürüyebiliyorduk. Dahası mahalle arasında turist gibi değil de bu şehrin bir sakini gibi yaşadık. Sabahları sokağın hemen köşesindeki bir pastaneden baget ve kruvasanları, karşı köşedeki peynirciden peyniri alıp evde kahvaltı yapabildik.
Paris gezimizin detayları ve geziden diğer notlarımız ise şöyle:
Paris malum dünyanın en çok turist çeken şehri. Geçen yıl (2013) 32,3 milyon kişiyi ağırlamış şehir. Bu rakam aynı yıl Türkiyeye gelen toplam turist sayısına eş neredeyse. Bir şehri bu kadar popüler ve ilgi odağı yapan şey ya da şeyler nedir insan merak ediyor doğrusu. Kısa gezimizden edindiğimiz izlenimlerimizin bizde uyandırdığı düşünce, şehrin 18.yy doğup benimsenmeye başlanan, kaynağını Rönesans ve Reformlar hareketlerinde bulan modern batı dünyasının değerlerini (aydınlanma) mimariden sanata, düşünce hayatından gündelik yaşama bir çok alanda bir bütünlük içinde toplamış olması onun ününün en temel nedenidir. Bununla beslenen algı tanıtım olanaklarıyla da başarı bir şekilde buruşturulduğunda ortaya bu sonuç çıkıyor. Paris bugün moda ve lüksün başkenti olarak anılmaktadır.
Paris şehir yapısı ve mimarisi ile de oldukça dikkat çekicidir. Şehir geçmişten bugüne önemli planlama ve inşalara sahne olmuş. 17. yüzyıl sonuna kadar Paris, dar sokakları ve pazarların kurulduğu küçük meydanları ile bir Ortaçağ kenti görünümünde iken 18. yüzyıldan itibaren imparatorluğun güçlenmesi ile kentin görünen yüzü değişmeye başlamış, 1840 – 1870 tarihleri arasındaki Fransız endüstri devrimi ile de bu değişim doruk noktasına ulaşmıştır. Parisin cetvel ile çizilmiş gibi açılan geniş ve uzun bulvarları Haussmann’ın vali olduğu 1853 – 1870 tarihleri arasındaki dönüşümün eseri olmuş.
Paris gezimizin önemli noktalarından notlarla devam edelim...
Şanzelize Caddesi (Avenue des Champs Elysées) ve Zafer Takı
Dünyada moda ve lüks alışveriş denince akla gelen yer Champs Elysées caddesi oluyor. Biz de bu geniş ve epey uzun cadde boyunca bir kaç kez yürüdük. Cadde üzerinde birbirinden şık ve güzel mağaza vitrinlerini görmek mümkün oluyor. Bu cadde üzerinde bulunan Fransızların meşhur kurabiyesi macaronların satıldığı Laduree pastanesine uğradık. İçerde uzayıp giden sırada ilerlerken gözümüzün önünden duran çeşit çeşit pasta ve tatlıların büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Burada aldığımız macaronları dayanamayıp yol boyunca bir güzel yedik.
Şanzelize caddesi |
Laduree pastanesi dıştan görünüm |
Laduree pastanesi içten görünüm |
Zafer Takı 1806 yılında Napolyon tarafından inşa ettirilen 49 metre yüksekliğindeki bir anıttır. Bu anıt Şanzelize caddesinin bir başında 12 caddenin kesiştiği bir kavşağın tam ortasında bulunmakta.Anıtın tepesine asansörle çıkılabiliyor.
Eyfel Kulesi (Eiffel Tower)
Şanzelize caddesinin başında yer alan zafer takı (Arc de Triomphe l’Etoile) |
Eyfel kulesi Paris denince ilk akla gelenlerden oluyor. Biz de yarım günümüzü buraya ayırdık. Güneşli ama hafif serin bir günde yürüyerek Trocadero ya geldik. Uzaktan Eyfel Kulesi güzel görünüyordu. Burası yüksekçe bir mekan olduğundan Sen nehri ve Eyfeli görmek için turistler için oldukça popüler bir yer. Trocaderonın çok basamaklı merdivenlerinden inerek önündeki parkta güzel vakit geçirdik. Güneş batmaya yakın Sen nehri üzerindeki köprüden geçerek Eyfel vardık. Tabi belki beklemesi saatler alacak uzun kuyrukları görünce ve de bebek arabasıyla çıkmanın da zorluğunu düşünerek Eyfel'in tepesine çıkmaktan vazgeçtik. Bunu sonraki Paris gezilerimize saklayalım dedik.
Trocedero |
Sen Nehri Tekne Turu
Paris içinden nehir geçen şehirlerden. Böyle olunca da şehri bu su yolu üzerinden gidip gelen tekne turlarıyla gezmek hem güzel hem de pratik oluyor. Biz de bir tekne turuna katılarak nehir boyunda dizili önemli mimari yapıları en azından uzaktan görme şansı yakaladık.
Louvre Müzesi
Parisin hem mimarisi hem de içindeki sanat eserleriyle en kıymetli ve görülesi yerlerinden birisi de Loure Müzesidir. Bu müzeyi hakkıyla gezmek en azından iyi bir enerjiyle bir tam günü ayırmayı gerektirir. Ancak malum hem çocuklu hem de vakit sıkıntısı olunca tercih yapmak gerekiyor. Biz Mono Lisa tablosunun olduğu bölüm ile İslam Sanatları bölümünü gezdik. Bu yüzden tam olarak müzeyi gezdik diyemiyoruz. Müzenin dışına meşhur cam piramit içinden geçerek çıktık. Burada fotoğraflarımızı çektikten sonra Tuileries Bahçesine (Jardin des Tuileries) doğru yürüdük. Çok güzel bir bahçe. 1564 yılında tamamlanmış olan bu bahçede simetrik olarak tasarlanmış havuzlar bulunmakta. Ayrıca bahçenin çeşitli noktalarında heykeller, sanat eserleri ve oturma yerleri mevcut.
Tuileries Bahçesi |
Tuileries Bahçesi |
Parisin önemli yapılarından bir diğeri Notre Dame Katedrali gezimizde uğradığımız noktalardan birisi oldu. Bu yapıyı Viktor Hugo'nun en ünlü eserlerinden birisi olan Notre Dame'in Kamburu eserinden ve onun beyaz perdeye aktarılan filminden de hatırlıyoruz. Kilise 12. yüzyılda tasarlanıp 14. yüzyılda tamamlanmış.
Notre Dame Katedrali cam detayı |
Kilisenin yapılışını anlatan figür |
Kilisenin önündeki Sen nehrinin hemen karşı kıyısında Parisin daha kozmopolit yerleşim yerleri bulunuyor. Burası meşhur Sorbonee üniversitesine de ev sahipliği yapıyor. Sokak ve caddelerde farklı kültürlerin mutfaklarına ait yemeklerin satıldığı mekanlara rastlıyoruz. Kafe ve butik dükkanlarıyla renkli bir semt burası.
Montmartre Tepesi ve Sacré Coeur Bazilikası
Kiliseyi gördüğümüz günün öğleden sonrasını ressamlar tepesi olarak da bilinen Montmartre tepesine çıkıyoruz. Metro ile indiğimiz noktadan kısa bir yürüyüşün ardından tepeye çıkılacak teleferiğe varıyoruz. Tepede yapımında kullanılan beyaz mozaik nedeniyle parlayan görüntüsü ve göğe yükselircesine büyük kubbesiyle oldukça ihtişamlı bir kilise olan Sacré Coeur Bazilikası bulunuyor. Buranın terasından Paris şehir manzarası görülebiliyor.
Sacré Coeur |
Montmarte tepesinden Paris |
Montmartre bölgesi masalsı bir görüntüye sahip. Özellikle onlarca sokak ressamının mekan edindiği küçük meydan(ressamlar tepesi) ve meydanın etrafından konumlanmış kafe ve dükkanlar çok güzel bir atmosfer oluşturuyor.
Montmarte Ressamlar Tepesi |
Kısa notlar:
Pazar günü alışveriş merkezleri ve mağazalar kapalı oluyor. Bu yüzden Paris'in en ünlü alışveriş merkezi Galeries Lafayettenin kapısından geri döndük.
Paris metrosu insanın kafasını allak bullak ediyor. Şehrin her tarafı alttan tünellerle örülmüş adeta. Birbirinden güzel metro istasyonları gördük. Örneğin Cite istasyonu. Eski olduğundan ve yapıyı bozmak istemediklerinden metro duraklarında genelde asansör bulunmuyor.
Louvre dışında da bir çok ünlü müze bulunuyor Pariste. Vakit sıkıntısı sebebiyle gidemediğimiz müzelerden en önemlilerinden birisi de Orsay müzesi.
Ünlü Fransız şatosu olan Versay Sarayına gidemedik. Bir sonraki geziye kısmetse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder