San Diego'daki ikinci günümüz..
Bir yandan kahvaltımizi yaparken bir yandan da o gün gideceğimiz yerlerin bir sıralamasını yapıp detaylarını konuşuyoruz. Bu arada, daha önce söyledim mi hatırlamıyorum ama gezimizde planlarımız ana hatları dışında hep spontane gelişiyor. Tam olarak nereye gideceğimize, hangi şehirde yada hangi otelde kalacağımıza genelde o gün içinde karar veriyoruz. Hatta kimi zaman otel rezervasyonunu yarım saat önceden yapıp otele gittiğimiz bile oluyor. Bu da bize büyük bir esneklik sağlıyordu.
İlk durağımız kaldığımız otelde yaklaşık 40 dakika araba mesafesindeki Meksika sınırı. Bu yolculuk bizi hafiften heyecanlandırmıyor değil. Ya yanlışlıkla sınırın öte tarafına geçersek :)) Bu yüzden benim ve Feyza'nın gözü bir yandan hep tabelalarda, aman ha kaçırmayalım sakın Last USA Exit, yada MEXICO ONLY tabelarını... Ve sonunda tabelalar beliriyor karşıda, bizim için çıkış zamanı...
Last Exit'tan çıktığımızda gümrüğün olduğu alana geliyoruz. Bir yerde arabayı park edip etrafta turluyoruz. Evet ABD Meksika sınırının hemen kenarındayız. Değişik bir his bizim için. Çünkü Meksika Sınırı sadece bir coğrafi bir tanımlamanın ötesinde anlamlara işaret ediyor zihnimizde. Bir anlamda refah ile sefaletin, az gelişmişliğin arasına çekilmiş suni bir çizgi gibi. Nasıl olabiliyor da sınırın bu tarafında insanlar refah ve zenginlik içinde rüyalarını gerçekleştirirken sınırın öte yakasında fakirlik, sefalet içinde yaşamak zorunda kalabiliyorlar ve sınırın bu tarafına geçmek için hayatlarını tehlikeye atabiliyorlar. Sınırın bu tarafındaki San Deigo ile sınırın ardındaki Tijuana arasındaki yaşam standartları uçurumu aslında koskoca bir insanlık ayıbına işaret ediyor. Bu insanların, halkların bir suçu olamaz.
Sınır bölgesinden gözümüze takılan bir kaç kare...
Meksika sınırından bir başka kare...
Meksika sınırı gezimizi tamamlayıp tekrar San Diego merkezine doğru yol alıyoruz. Bu seferki durağımız Old Town San Diego. Burası San Diego'ya ayak basan ilk avrupalı yerleşimcilerin yaşadıkları ortamı canlandırmak amacıyla bir kısmı orjinal ama büyük kısmı sonradan ilavelerle oluşturulmuş turistik köy.
Park'ın içinden bir görünüm. Park'da çok sayıda restaurant, kafe ve hediyelik eşye satan dükkan bulunuyor.
Park içinde ve etrafında meksika mutfağına ilişkin çok çeşitli yiyeceği bulmak mümkün. İşte onlardan birisi.
İlk avrupalı yerleşimcilere ait en eski yapılardan birisi muhtemelen.
Park içinde kurulu bir sahnede canlı latin amerika müzikleri çalınıyor.
San Diego'daki son durağımız rehberimizde dünyada güneşin batışının en iyi seyredileceği yerlerden birisi olduğu yazılı La Jolla. He nekadar gittiğimiz saatler güneşin batışını seyretmeye uygun olmasa da rehberde yazılanlara göre gitmeye değer bir yer diye düşündük.
La Jolla şehir merkezinin 15-20 dakika kuzeyinde yer alan bir pasifik okyonusuna kıyısı olan bir yerleşim yeri. Bu arada La Jolla ispanyolca mücevher anlamına geliyormuş.
Vardığımızda ilk izlenimimiz burasının oldukça lüks ve butik bir tatil yeri havasında olduğuydu. Arabayı park edip sokaklarında gezerken bu düşüncemiz daha da pekişti. Caddelerinde çok sayıda butik ve lüks giyim mağazaları ile sanat galeri ve birbirinden şık dizay edilmiş kafe ve restauranlarını görmek mümkün. Burada biraz avrupa havası var sanki. Bir de harika doğal plajları ve ve doğal güzelliklerini de unutmamak lazım. Sahile doğru yokuş aşağı yürürken kulağımıza gelen garip seslere önce anlam veremedik, ama sahile doğru yaklaştıkça bu seslerin sahildeki kayaların üzerine güneşlenmeye çıkmış olan deniz aslanlarına ait olduğunu anlayınca çok şaşırdık.
Uçanı yüzeni aynı kayada güneşleniyor :)
La Jolle sahillerinden okyanus manzarasını seyretmek çok keyifli...
La Jolle, gezimizin çok keyif aldığımız ve hoş hatıralarla geride bıraktığımız bir durağıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder