29 Ekim 2012 Pazartesi

ABD Batı Sahilleri Gezimiz 15, San Francisco 3

Önceki yazımda ifade ettiğim gibi, San Francisco'daki ikinci günümüzün gecesinde Palo Alto'da konakladık. Otel rezervasyonumuzu teklif (bid) vererek yaptığımızdan tam olarak hangi bölgede bir otel çıkacağını bilmiyorduk. Palo Alto'dan bir otelin çıkması bizim için güzel bir süpriz oldu. Çünkü Silikon Vadisinin ve Stanford üniversitesinin de bu şehre yakın olduğunu biliyorduk. Dolayısıyla bu sayede buraları görmemiz de mümkün olacaktı. Böylece daha önce buralara gidip gitmeme konusundaki kararsızlığımız da artık anlamını yitirmiş oldu.

Sabah ilk olarak kaldığımız otele beş dakika mesafedeki Stanford üniversitesi kampüsüne gittik. Buradaki gezimizden notları ve fotoğrafları paylaşmadan önce üniversite ve onun kuruluş hikayesi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Stanford Üniversitesi
Standford Üniversitesi 1891 yılında eski Kaliforniya valisi, senatör ve demiryolları şirketi sahibi iş adamı Leland Stanford ve eşi Jane Stanford tarafından kurulmuş. Aile üniversiteyi 16 yaşında tifodan hayatını kaybeden tek oğullarının anısına kurmuş.Tek çocuklarının kaybından sonra Leland Standford'un "Kaliforniyanın çocukları bizim çocuklarımız olacak" dediği kaynaklarda geçmektedir. Aile ilk etepta üniversite, teknik okul ve/veya müze kurma arasında kararsız yaşadıktan sonra nihai aşamada bir üniversite kurmaya karar vermiş. Aile bir Avrupa gezisi sonrasında ABD'nin doğu sahillerindeki Harvard, MIT, Cornell ve John Hopkins üniversitelerini ziyaret ederek rektörleri ile Kaliforniya'da yeni bir üniversite kurma konusunda görüş alışverişinde bulunmuş. Bir başka kaynağa göre ise Stanford çifti 1884 yılında Harvard Üniversitesini ziyaretlerinde rektör Charles Eliot'a  Kaliforniya'da Harvard benzeri bir okul kurmanın kendilerine ne kadara mal olacağını sorar. Eliot bunun için 15 milyon doların yeterli olacağını düşündüğünü söyler. Sonuç olarak aile Kaliforniya'da bir üniversite kurmaya karar verir. Stanford'lar üniversite kampüsünün inşa edileceği yer olarak şahsi malvarlıklarında bulunan çifliklerini (Palo Alto Stock Farm) tahsis etmişler. Bu yüzden Üniversite halen "the Farm" olarak da anılmaktadır. Üniversite inşası altı yıl sürmüş ve 1891 yılında hizmete açılmış. Bugün dünyadaki en büyük bütçeye sahip 3'üncü üniversite olan Stanford üniversitesi Silikon Vadisi'nin de öncüsü kabul ediliyor.

Üniversite kampüsünün dizayn ve planları New York'daki Central Park'ın da mimarı olan Frederick Law Olmsted tarafından yapılmış.

Üniversite kampüsü genelde yüksek katlı olmayan binalardan oluşuyor. Kampüs oldukça geniş bir alana kurulmuş olmasından dolayı yeşil alan ve spor alanları konusunda oldukça cömert. Üniversite gezimizden bir kaç kare paylaşmak istiyorum.


Kampüs içindeki sanat eserlerinden birisi

Gezimiz sırasında karşılaştığımız bir manzara: yoga zamanı
Üniversite kampüsündeki gezimizi, gün içinde görmeyi planladığımız diğer yerleri de düşünerek sınırlı tutmak zorunda kaldık. Ama kampüs gezimiz bununla sınırlı değildi. Bu kampüsden ayrılıp bir başka kampüse, Google kampüsüne geçtik. Burada arabayla turladıktan sonra bir kaç noktada durup fotoğraf çektik. Açıkçası kampüs o kadar sakindi ki soru soracak birilerini bile bulamadık. Binaların önünde park edilmiş google renkleri gibi çeşitli renkteki bisikletler buradaki ofis hayatı hakkında biraz bilgi veriyordu.



Stanford ve Google kampüslerine çok genel hatlarıyla yaptığımız gezileri bitirdiğimizde öğlen olmuştu. Tekrar yönümüzü San Francisco'ya doğru çevirdik. Planlamamıza göre önce Golden Gate Parkına gidecek daha sonra ordan Golden Gate köprüsünü en iyi gören noktalardan bir kaçına gidip oradan fotoğraflar çekecektik.

Golden Gate Park
İlk durağımız Golden Gate Park. Şehrin içinde inanılmaz güzellikte bir park. Orada olduğumuzda hafta sonu olduğundan arabayı park edecek yer bulmakta çok zorlandık. O kadar canlı bir parktı ki; koşanlar, çimlere uzanmış kitap okuyanlar, gril yapanlar, piknik yapanlar, oyun oynayanlar, hasılı tam bir şehir parkı. Şehir parkı dediğime bakmayın, parkın o kadar güzel ve doğal bir yapısı var ki sanki şehirden biranda kopmuşunuz da çok uzaklara tatile çıkmışınız gibi hissediyorsunuz. Parkda geçirdiğimiz bir kaç saat bizim için oldukça keyifli ve dinlendiriciydi. Park ile ilgili kısa bir bilgi da paylaşmak isterim. Park şehrin içinde dikdörtgen bir şekilde yapılmış. Sıklıkla New York'da bulunan Central Park ile karşılaştırılan Golden Gate Park ondan yüzde 20 daha büyükmüş. Parkın bir ucundan diğer ucu 5 km uzunluğunda. Aşağıya aldığım parkın havadan çekilmiş görüntüsü ise herşeyi anlatıyor aslında.

Parktan bizim çektiğimiz birkaç kare...



 Golden Gate Köprüsü (Golden Gate Bridge)
 San Francisco'nun dünyaca bilenen simgesi Golden Gate köprüsü bu şehirdeki gezimizin en son fakat en önemli kısmını oluşturuyor. İstanbul'u daha önce görmemiş bir yabancı için boğaz neyse San Francisco'yu görmemiş birisi için de Golden Gate aynı şeydir. Golden gate diyorum çünkü bu isim San Francisco körfezini pasifik okyanusuna açan boğazın adıdır. 3 mil uzunluğunda 1 mil genişliğindeki boğaz adını üzerine yapılan turuncu rengiyle San Francisco'nun simgesi olan köprüye de vermiştir. Peki bu boğaz golden gate adını nereden almış? Bir kaynağa göre bu isim ABD deniz kuvvetlerinde çalışan topografya mühendisi ve kaptan John C. Fremont tarafından kendisine İstanbul'daki Golden Horn'u (Haliç) hatırlattığı için verilmiş. Bu bilgi ne kadar doğru bilmiyorum ama bu şehir ile İstanbul arasında bazı noktalarda benzerlikler kurulmasını da anlamsız bulmuyorum, her ne kadar dünyada hiç bir şehrin İstanbul'un yerini tutamayacağına inansam da.

Golden Gate köprüsünün inşasına 1933 yılında başlanmış ve 1937 yılında hizmete açılmış. Köprü San Francisco'yu Marin Country'e bağlıyor. Köprünün dünyada dünyada en çok fotoğraflanan köprü olduğu söyleniyor. Köprünün en çok dikkat çeken özelliklerinden birisi de onu bu kadar belirgin kılan rengi belki de. Köprünün mimarı Irving Morrow, Amerikan donanmasının köprünün gemilerden kolay görünebilmesi için siyah ve sarı çizgili boyanmasını redderek sıcak turuncu rengini seçmiş. Ona göre bu renk köprünün boğazın doğal yapısındaki sıcak renklerini deniz ve gökyüzünün renginden onunla uyum içinde görünmesine sebep olacaktı. Bu renk aynı zamanda "International Orange" olarak da adlandırılıyor.

Köprü dünyada en çok fotoğraflanan köprü ünvanına sahip olduğuna göre onun hangi açıdan en güzel göründüğü konusunda da bir rehber vardır diye düşündük ve gitmeden kısa bir araştırma yaptık. Tahmin ettiğimiz gibi köprüyü izlemek ve fotoğraf çektirmek için tavsiye edilen birden çok (kimi sitelerde 10 tane) nokta var (The best place to see Golden Gate Bridge). Biz bunlardan iki tanesine gitmeye karar verdik. Bunlar birisi köprüyü aşağıdan yukarıya gören Fort Point diğeri yarımadanın karşı tarafından San Francisco'ya doğru bakan Bridge Visto Point.

Fort Point'den çektiğimiz karelerden ikisi...


 Bu fotoğraflar da köprüyü seyretmek için özel olarak yapılmış Bridge Vista Point'den çekildi.

Golden Gate köprüsü boğazın coğrafi yapısından dolayı çok sık sis altında kalıyormuş. Bu anlarda köprü güzelliğine bir başka güzellik ekliyor ve ortaya rüya gibi görüntüler çıkıyormuş. Biz bu anlara denk gelemedik. Dolayısıyla böyle bir fotoğraf karesi de yakalayamadık. Bu yazımda kendi çektiğim bir fotoğraf olsun isterdim. Bunu günün birinde telafi etmeyi de düşünerek internetten bulduğum bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum.
Golden Gate bridge gezimiz ardından San Francisco'dan ayrılıyoruz. ABD'nin batı kıyılarındaki son gezimizde en sona Yosemite National Parkı bıraktık. İyiki de öyle yapmışız. Çünü gezinin sonunda ne kadar doğru bir karar verdiğimizi orayı görünce anladık. İnanılmaz bir doğa ve apayrı bir dünya. Gezinin tüm yorgunluğunu burada toprağa bıraktık sanki. Bir sonraki yazımda bu parka yaptığımız geziden notları paylaşmayı düşünüyorum.

ABD Batı Sahilleri Gezimiz 14, San Francisco 2

San Francisco'daki ikinci günümüzü Fisherman' Wharf, Telegraph Hill ve Lombard Street'e ayırdık.

İlk durağımız Fisherman's Wharf. Burası isminden de anlaşılacağı gibi bir balıkçı barınağı yada rıhtımı. Ama şimdilerde bu özelliğinden çok turistik aktiviteler merkezi olarak biliniyor. Etrafta çok sayıda deniz ürünleri yenebilecek mekanlar bulunuyor. Bu mekanlarda daha önce pek aşina olmadığımız birbirinden çeşitli deniz ürünleri de görüyoruz. Deniz ürünlerine ilgisi olanlar için oldukça zengin bir mekan. Menulere ve panolara bakılırsa burada en meşhur yemekler bir tür yengeç olan Dungeness Crab ve balık çorbası olan Clam Chowder. Yengeçi denemeyi cesaret edemesek de calm chowder daha önce denediğimiz bir tad. Bölgede aynı zamanda alışveriş merkezleri ile birden çok müze de bulunuyor.



Fisherman's Wharf''ın en meşhur mekanı hiç şüphesiz Pier 39'dur. Burası bir tür iskele üzerine kurulu alışveriş ve turistik aktiviteler merkezi diyebiliriz. Pier 39'daki en ilgi çekici görüntülerden birisi Kaliforniya'nın meşhur deniz aslanlarının burayı mekan tutmuş olmaları. Burada iskele üzerine güneşlenmeye çıkmış deniz aslanlarını görünce bunların belediyenin kadrolu hayvanları olduğunu bile düşündük bir ara. Çünkü onlarsız Pier 39 bence bu kadar meşhur olamazdı.

  Pier 39'dan denize doğru baktığımızda hemen karşıda görünen ada hapishaneleri ile meşhur ve filmlerden de aşina olduğumuz Alcatraz veya diğer adıyla "The Rock".
Pier 39'dan Alcatraza gezi amaçlı turlar düzenleniyor, ama vaktimiz sınırlı olduğundan biz gidemedik.

Fisherman's Wharf'ındaki gezimizi tamamlayıp San Francisco'yı bir de tepeden görelim diye Telegraph tepesine doğru yürümeye başladık. Sahilden yakın görünmesine rağmen yokuşlar ve dik merdivenler bizi oldukça yordu. Ama yol boyunca geçtiğimiz sokaklar hem de tepeye ulaştığımızda gördüğümüz manzara bütün yorgunluğumuza değdi. Şehirlere yüksek tepelerden bakmak yaygın bir durum. Ve hemen hemen her iddialı şehirde, turistler için böyle mekanlar mutlaka bulunuyor. Tepeye çıkarken San Francisco'nun güzel sokaklarından geçtik ve geçerken de foroğraf çekmeyi ihmal etmedik.

Uzun yürüyüşümüzün ardından tepeye ulaştık ama burdaki kuleye çıkabilmek için önümüzde bir engel daha var. O da merdivenler :))

 Merdivenleri tırmanmadan son kez enerjimizi toplamak için nefeslenirken telin üzerinde dizilmiş güvercinlerin hoş görüntüsünü fotoğrafladık.
Şimdi kulenin olduğu alana ulaştık. Kulenin tepesine de çıkmak mümkün ama biz bulunduğumuz yüksekliği yeterli bulduk ve burdan şehir manzarasının keyfini çıkardık.
Kulenin giriş katında bulunan dükkandan her gittiğimiz şehirden almaya çalıştığımız ufak bir hatıra mahiyetinde güzel bir cable car maketi aldık. Kulenin giriş katının duvarlarındaki resimler bir dönemin San Francisco'sunu tasvir ediyor. Onlardan bir kaç kare...

Telegraph tepesinde bir süre vakit geçirdikten sonra bu sefer bir başka tepeye Lombard Street'in bulunduğu tepeye doğru yürümemiz gerekiyor. Nasıl olsa yürümeyi seviyoruz :) Şehir de ancak yürüyerek daha iyi anlaşılabilir zaten. Düşündüğümüz gibi yol üzerinde San Francisco'ya özgü bir çok manzaraya şahit olduk. İnsanlar nasıl evlerde yaşıyorlar, sokaklarda nasıl bir hayat var vs. Şehirlerin arka sokakları o şehri daha güzel anlatıyor sadece vitrine bakmakla şehir tanınmaz.
Telegraph tepesinden Lombard sokağına doğru yürüyüşümüzde dikkatimizi çeken hoş bir apartman

Bir ara geriye doğru dönüp baktığımda geldiğimiz yolu ve arkada Telegraph tepesini görüyordum.
Önümüzde de ise Lombard sokağı manzarası belirmişti.
Lombard sokağına yaklaştıkça manzara daha netleşiyordu...
Ve şimdi sokağın alt tarafına varıyoruz. Burası fotoğraf çekmek ve çekilmek isteyenlerin favori noktası. Sokak bir blok arasında arabaların geçeceği genişlikte kıvrımlı bir şekilde dizay edilmiş. Önceki gün gece arabayla bu kıvrımlı sokakdan inerek Lombard geleneğini yerine getirmiş olduğumuzdan bu kez manzaraya sırtımızı verip birlikte fotoğraflarımı çektiriyoruz.

 Sokağın başına doğru çıkıp bir de bu noktadan bakıyoruz San Francisco'ya....
Lombard Street'deki gezimizi de tamamladıktan sonra sokağın hemen başından geçen Cable Car'a binip hafif hafif esen serin rüzgar eşliğinde şehir merkezine doğru salındık. Durakta beklerken Cable Car'ın kenarlarından asılı yolcuları ile aheste aheste gelişini arka fonda alcatraz adasını alacak şekilde fotoğraflayabildim.

Günü Union square çevresinde dolaşarak ve bir kafede kahvelerimizi yudumlayarak tamamladık. Kafede iken o gece kalacağımız otel için de rezervasyonumuzu yaptık. Priceline sitesi üzerinden bid vererek aldığımız otelin San Francisco'nun yaklaşık 20 mil güneyindeki Palo Alto'da çıkması bize yeni gezi fırsatları da sundu. Nasıl mı? Bunu sonraki yazımda anlatacağım.

28 Ekim 2012 Pazar

ABD Batı Sahilleri Gezimiz 13, San Francisco

Las Vegas'la başlayıp Büyük Kanyon (Grand Canyon), San Diego, Los Angeles, Santa Barbara ve Monterey ile devam eden gezimizin belki de en çok merak ettiğimiz şehri San Francisco'dayız. Bu yazıda belki de birbirini takip edecek birkaç yazıda San Francisco'da geçen üç günümüzü anlatmaya çalışacağım. Gezi notlarımı sizlerle paylaşırken bir amacım da gezdiğim şehrin ruhunu mümkün olabildiği ölçüde yansıtabilmek. Bunu yaparken eşimle birlikte çektiğimiz fotoğraflar her zamanki gibi en önemli yardımcım olacak.

Az önce de ifade ettiğim gibi şehirlerin fiziksel görünümlerinin ardında onları bir diğerinden farklı kılan kendilerine has ruhları olduğuna inanıyorum. Buna şehrin manevi mimarisi diyebiliriz miyiz bilmiyorum. Bana göre bu mimari, onu diğerlerinden ayırtedilebilir kılan her ne varsa onları içine almakta ve sonra o coğrafyayı bir şehir yapmakta. Bu unsurlar; tarihsel miras, kültürel çeşitlilik, dini önem, doğal güzellik ve stratejik lokasyon olabileceği gibi az yada çok bunların bir karışımı da olabilir. Bu karışımın çeşitliliğine yada derinliğine bağlı olarak bazı şehirler tamamen kendine özgü bir karaktere bürünebilmektedir.

Bu anlatmaya çalıştığım çerçevede, San Francisco da kendine özgü karakteri oldukça belirgin şehirlerden birisi bana göre. Bunları yazarken üç günle sınırlı bir gezinin bir şehir hakkında değerlendirme yapmada ne kadar yetersiz olduğunun da farkındayım aslında. Bu noktada yazdıklarımın bir tür gezi notları olması beni rahatlatıyor belkide.

San Francisco, New York City'den sonra ABD'nin nufus yoğunluğu en yüksek şehri. Bu özelliğine bir de dağınık vede manhattan kadar çok da düz olmayan coğrafyasını eklediğinizde ortaya farklı bir şehir yapısı çıkıyor. Diğer taraftan San Farncisco, Kaliforniya eyaletinin en önemli finansal ve kültürel merkezi konumunda. San Francisco'nun bir diğer önemli özelliği ise dünyanın en önemli teknoloji üssü sayılabilecek silikon vadisine (silican valley) de ev sahipliği yapmasıdır. Dünyanın bugün ismini en çok duyduğu teknoloji şirketlerinin merkezleri, ürün geliştirme ve dizayn merkezleri burada bulunuyor. Bu genel özelliklerin yanında üç günün ardından benim zihnimde San Francisco deyince hemen beliren şeyler neler düye düşündüğümde liste şu şekilde oluşuyor:

İnişli yokuşlu caddelerinde dolaşan tramvaylar (Cable Car)
Sisler ardındaki muhteşem golden gate köprüsü (Golden Gate Bridge)
Harika peyzajıyla Lambord Sokağı (Lambord Street)
Kültürel çeşitlilik ve yaşayan bir şehir görüntüsü
Şehrin bir anlamda kalbi olan Union Square
Şehrin ortasında insanlarla dolu ve yemyeşil Golden Gate parkı
Şehrin kıyılarında numaralandırılmış sıralı rıhtımlar (Wharf, Piers) ve 39 numaralı Pieri mekan tutmuş deniz aslanları
Hapishanesiyle ünlü Alkatraz adası, The Rock
Telgraph tepesinden şehir manzarası
Şehirdeki gay kültürü (Castro)
Viktoriyan tarz evleri (Victorian Houses)
Bugüne kadar gördüğümüz en canlı ve renli çin mahallesi (China Town)
Stanford üniversitesi
Google kampüsü ve diğerleri.

Aklıma gelenler şimdilik bunlar ama yazarken bu listeye ekleyecek daha çok başlık olacağından eminim.

San Francisco'ya bir akşam vakti giriş yaptık. Daha önce otel rezervasyonumuzu yapmış olmamıza rağmen direk otele gitmek yerine doğruca downtowna gittik. Amacımız hem o sırada şehir merkezinde olan arkadaşlarımızla buluşmak hem de şehri gece, renki ışıklar altında görmek. Amerikanın diğer şehirlerinin aksine San Francisco'nun downtownı oldukça hareketliydi. Kafeler ve restaurantlar gecenin ilerleyen saatlerine rağmen kalabalıktı. Bu arada şehrin ikliminden de biraz bahsetmek gerekir. Gezimize çıkmadan önce San Francisco ile ilgili arkadaşların uyarılarından birisi de burasının her zaman rüzgarlı ve akşamlarının serin olduğuydu. Gittiğimiz akşam bu uyarıların ne kadar haklı olduğunu hemen anlamış olduk. Mayıs sonu olmasına rağmen gece dolaşırken mont giymek zorunda kalmıştık.


San Francisco'daki ilk akşam gezimizin ardından, şehir merkezinden arabayla yarım saat mesafedeki otelimize gittik. Bu arada küçük bir not; bu şehirde otel fiyatları oldukça pahalı, bu yüzden daha makul fiyatlar için biraz şehrin dışına çıkmak gerekiyor.

Şehir ile ilgili gelmeden önce aldığımız bir diğer uyarı da otoparkların pahalılığıyla ilgiliydi. Toplu taşımayı kullanmanın zaman maliyetini düşünerek şehir merkezine kadar arabayla gitmeye karar verdik. Arabamızı 28'inci pierin yanındaki belediye otoparkına oldukça makul bir fiyata (gece 10'a kadar 10 dolar) park ettik. Park problemini de çözdüğümüze göre şimdi sırtımızda çanta elimizde rehber ve fotoğraf makinası şehri arşınlama zamanı....


San Francisco-Oakland Bay Bridge
Chinatown
Bu şehirdeki Chinatown Asya dışındaki en büyük chinatown olma özelliğine sahip. Aynı zamanda kuzey Amerikanın en eskisi. İlk çinli göçmen aileler 1848'de buraya gelmişler.

Burası San Francisco'nun önemli turistik merkezlerinden birisi olmasının yanında yaşayan bir mekan. Sokaklarda gezerken bu bölgede yaşayan Çinlilerin yaşam alışkanlıklarını burada aynen sürdürebildiklerini gözlemlemek mümkün. Sokaklarda dolaşırken bir an Çin'e gittiğinizi düşünecek kadar baskın bir hava var bir anlamda. Çin kültürüne ait yeme içme, alışveriş, eğlence ve günlük hayat sanki burda aynen yaşanıyor. Çektiğimiz fotoğraflar burasını anlatmada sözden daha başarılı olacak sanırım....İşte birkaç kare...

Chinatown'nın giriş kapısı 

Chinatown'daki meydanda geleneksel bir taş oyunu oynayan çinliler ve onların başında toplanmış kalabalık
Kendi yöresel ürünlerini satın almak için sırada bekleyen çinliler
Chinatown'dan bir başka kesit



San Francisco'da dalgalanan Çin bayrağı !
Chinatown'dan bulunan dükkanlarda geleneksel ve modern çin kıyafetlerini bulmak mümkün. İşte o dükkanlardan birisinin vitrini. 
 Hediyelik eşya da satan dükkanlardan birisinin içinden bir görüntü...tanıdık geldi mi?



Chinatown'dan ayrılıp yürüyerek Union Square doğru gidiyoruz. Burası San Francisco'nun alışveriş, moda, yeme-içme merkezi diyebiliriz. Etrafında çok sayıda kafe ve restaurantların da bulunduğu oldukça canlı bir meydan burası. Bir süre burada vakit geçiriyoruz. Meydandaki resim sergisini de gezmeyi ihmal etmiyoruz.

Şimdi sıra San Francisco'nun inişli çıkışlı caddelerini gezmede. Bunun en güzel yolu da tabiki San Francisco'nun bir anlamda simgesi olan geleneksel ulaşım aracı Cable Car'lar yani tramvaylar. Kısa bir araştırmadan sonra iki gün boyunca sınırsız inip binmeye imkan veren "pass"larımızı alıyoruz. Union Square'a hemen yakınındaki Powell Street üzerindeki hattın başlangış noktasına gidiyoruz. Buradaki uzun sıra gözümüzü korkutsa da, çabuk ilerliyordu. Sıramızı beklerken meydanda müzik eşliğinde dans eden grup dikkatimizi çekiyor. Bu nasıl bir enerji !! Hele grup üyelerinden 60 yaşındaki kadının inanılmaz performansı bizi hayretler içinde bırakılıyor.
İzlediğimiz dansla eğlenirken cable car sıramız da gelmişti. Herkes gibi biz de araçta kendimize manzaralı bir yer kapmak için fırsat kolladık. Bineceğimiz nokta, hatlardan birisinin son ve ilk durağı. Buraya gelen araçlar görevliler tarafından manuel olarak ters çevrildikten sonra yolcular araca alınmaya başlıyor.
Ve araçtayız, yerimiz de güzel, artık San Francisco'nun keyfini hem de yürümeden, yorulmadan çıkarabiliriz.
Cable Car'daki yolculuğumuz boyunca oturduğumuz yerden şehri fotoğraflamayı da ihmal etmedik...
 





Gün boyu Cable Car'ın keyfini çıkardık. Bazen inip yürüdük, yorulduğumuzda tekrar binip dinlendik ve gezidik.Artık akşam olmuş ve bizde San Francisco'daki ilk günümüzün sonuna gelmiştik.
Cable Car San Francisco caddelerinde akşam seferinde...
Cable Car'da seyehat ederken şahit olduğumuz bir enstantane oldukça ilginçti. Aracı kullanan kişi  geleneksel kıyafetleri içinde bir sikh (sih dinine mensup kişi), yardımcısı bir zenci amerikalı ve bilet kontrolü yapan ise bir çinliydi. Tam da Amerika'ya özgü bir tablo. Maalesef bu anı fotoğraflayamadım.

San Francisco'daki ilk günümüzün özeti bunlar. Gezimizin ikinci ve üçüncü gününü anlatmaya bir sonraki yazımda devam edeceğim.