Las Vegas'la başlayıp Büyük Kanyon (Grand Canyon), San Diego, Los Angeles, Santa Barbara ve Monterey ile devam eden gezimizin belki de en çok merak ettiğimiz şehri San Francisco'dayız. Bu yazıda belki de birbirini takip edecek birkaç yazıda San Francisco'da geçen üç günümüzü anlatmaya çalışacağım. Gezi notlarımı sizlerle paylaşırken bir amacım da gezdiğim şehrin ruhunu mümkün olabildiği ölçüde yansıtabilmek. Bunu yaparken eşimle birlikte çektiğimiz fotoğraflar her zamanki gibi en önemli yardımcım olacak.
Az önce de ifade ettiğim gibi şehirlerin fiziksel görünümlerinin ardında onları bir diğerinden farklı kılan kendilerine has ruhları olduğuna inanıyorum. Buna şehrin manevi mimarisi diyebiliriz miyiz bilmiyorum. Bana göre bu mimari, onu diğerlerinden ayırtedilebilir kılan her ne varsa onları içine almakta ve sonra o coğrafyayı bir şehir yapmakta. Bu unsurlar; tarihsel miras, kültürel çeşitlilik, dini önem, doğal güzellik ve stratejik lokasyon olabileceği gibi az yada çok bunların bir karışımı da olabilir. Bu karışımın çeşitliliğine yada derinliğine bağlı olarak bazı şehirler tamamen kendine özgü bir karaktere bürünebilmektedir.
Bu anlatmaya çalıştığım çerçevede, San Francisco da kendine özgü karakteri oldukça belirgin şehirlerden birisi bana göre. Bunları yazarken üç günle sınırlı bir gezinin bir şehir hakkında değerlendirme yapmada ne kadar yetersiz olduğunun da farkındayım aslında. Bu noktada yazdıklarımın bir tür gezi notları olması beni rahatlatıyor belkide.
San Francisco, New York City'den sonra ABD'nin nufus yoğunluğu en yüksek şehri. Bu özelliğine bir de dağınık vede manhattan kadar çok da düz olmayan coğrafyasını eklediğinizde ortaya farklı bir şehir yapısı çıkıyor. Diğer taraftan San Farncisco, Kaliforniya eyaletinin en önemli finansal ve kültürel merkezi konumunda. San Francisco'nun bir diğer önemli özelliği ise dünyanın en önemli teknoloji üssü sayılabilecek silikon vadisine (silican valley) de ev sahipliği yapmasıdır. Dünyanın bugün ismini en çok duyduğu teknoloji şirketlerinin merkezleri, ürün geliştirme ve dizayn merkezleri burada bulunuyor. Bu genel özelliklerin yanında üç günün ardından benim zihnimde San Francisco deyince hemen beliren şeyler neler düye düşündüğümde liste şu şekilde oluşuyor:
İnişli yokuşlu caddelerinde dolaşan tramvaylar (Cable Car)
Sisler ardındaki muhteşem golden gate köprüsü (Golden Gate Bridge)
Harika peyzajıyla Lambord Sokağı (Lambord Street)
Kültürel çeşitlilik ve yaşayan bir şehir görüntüsü
Şehrin bir anlamda kalbi olan Union Square
Şehrin ortasında insanlarla dolu ve yemyeşil Golden Gate parkı
Şehrin kıyılarında numaralandırılmış sıralı rıhtımlar (Wharf, Piers) ve 39 numaralı Pieri mekan tutmuş deniz aslanları
Hapishanesiyle ünlü Alkatraz adası, The Rock
Telgraph tepesinden şehir manzarası
Şehirdeki gay kültürü (Castro)
Viktoriyan tarz evleri (Victorian Houses)
Bugüne kadar gördüğümüz en canlı ve renli çin mahallesi (China Town)
Stanford üniversitesi
Google kampüsü ve diğerleri.
Aklıma gelenler şimdilik bunlar ama yazarken bu listeye ekleyecek daha çok başlık olacağından eminim.
San Francisco'ya bir akşam vakti giriş yaptık. Daha önce otel rezervasyonumuzu yapmış olmamıza rağmen direk otele gitmek yerine doğruca downtowna gittik. Amacımız hem o sırada şehir merkezinde olan arkadaşlarımızla buluşmak hem de şehri gece, renki ışıklar altında görmek. Amerikanın diğer şehirlerinin aksine San Francisco'nun downtownı oldukça hareketliydi. Kafeler ve restaurantlar gecenin ilerleyen saatlerine rağmen kalabalıktı. Bu arada şehrin ikliminden de biraz bahsetmek gerekir. Gezimize çıkmadan önce San Francisco ile ilgili arkadaşların uyarılarından birisi de burasının her zaman rüzgarlı ve akşamlarının serin olduğuydu. Gittiğimiz akşam bu uyarıların ne kadar haklı olduğunu hemen anlamış olduk. Mayıs sonu olmasına rağmen gece dolaşırken mont giymek zorunda kalmıştık.
San Francisco'daki ilk akşam gezimizin ardından, şehir merkezinden arabayla yarım saat mesafedeki otelimize gittik. Bu arada küçük bir not; bu şehirde otel fiyatları oldukça pahalı, bu yüzden daha makul fiyatlar için biraz şehrin dışına çıkmak gerekiyor.
Şehir ile ilgili gelmeden önce aldığımız bir diğer uyarı da otoparkların pahalılığıyla ilgiliydi. Toplu taşımayı kullanmanın zaman maliyetini düşünerek şehir merkezine kadar arabayla gitmeye karar verdik. Arabamızı 28'inci pierin yanındaki belediye otoparkına oldukça makul bir fiyata (gece 10'a kadar 10 dolar) park ettik. Park problemini de çözdüğümüze göre şimdi sırtımızda çanta elimizde rehber ve fotoğraf makinası şehri arşınlama zamanı....
San Francisco-Oakland Bay Bridge |
Bu şehirdeki Chinatown Asya dışındaki en büyük chinatown olma özelliğine sahip. Aynı zamanda kuzey Amerikanın en eskisi. İlk çinli göçmen aileler 1848'de buraya gelmişler.
Burası San Francisco'nun önemli turistik merkezlerinden birisi olmasının yanında yaşayan bir mekan. Sokaklarda gezerken bu bölgede yaşayan Çinlilerin yaşam alışkanlıklarını burada aynen sürdürebildiklerini gözlemlemek mümkün. Sokaklarda dolaşırken bir an Çin'e gittiğinizi düşünecek kadar baskın bir hava var bir anlamda. Çin kültürüne ait yeme içme, alışveriş, eğlence ve günlük hayat sanki burda aynen yaşanıyor. Çektiğimiz fotoğraflar burasını anlatmada sözden daha başarılı olacak sanırım....İşte birkaç kare...
Chinatown'nın giriş kapısı |
Chinatown'daki meydanda geleneksel bir taş oyunu oynayan çinliler ve onların başında toplanmış kalabalık |
Kendi yöresel ürünlerini satın almak için sırada bekleyen çinliler |
Chinatown'dan bir başka kesit |
San Francisco'da dalgalanan Çin bayrağı ! |
Hediyelik eşya da satan dükkanlardan birisinin içinden bir görüntü...tanıdık geldi mi?
Chinatown'dan ayrılıp yürüyerek Union Square doğru gidiyoruz. Burası San Francisco'nun alışveriş, moda, yeme-içme merkezi diyebiliriz. Etrafında çok sayıda kafe ve restaurantların da bulunduğu oldukça canlı bir meydan burası. Bir süre burada vakit geçiriyoruz. Meydandaki resim sergisini de gezmeyi ihmal etmiyoruz.
Şimdi sıra San Francisco'nun inişli çıkışlı caddelerini gezmede. Bunun en güzel yolu da tabiki San Francisco'nun bir anlamda simgesi olan geleneksel ulaşım aracı Cable Car'lar yani tramvaylar. Kısa bir araştırmadan sonra iki gün boyunca sınırsız inip binmeye imkan veren "pass"larımızı alıyoruz. Union Square'a hemen yakınındaki Powell Street üzerindeki hattın başlangış noktasına gidiyoruz. Buradaki uzun sıra gözümüzü korkutsa da, çabuk ilerliyordu. Sıramızı beklerken meydanda müzik eşliğinde dans eden grup dikkatimizi çekiyor. Bu nasıl bir enerji !! Hele grup üyelerinden 60 yaşındaki kadının inanılmaz performansı bizi hayretler içinde bırakılıyor.
İzlediğimiz dansla eğlenirken cable car sıramız da gelmişti. Herkes gibi biz de araçta kendimize manzaralı bir yer kapmak için fırsat kolladık. Bineceğimiz nokta, hatlardan birisinin son ve ilk durağı. Buraya gelen araçlar görevliler tarafından manuel olarak ters çevrildikten sonra yolcular araca alınmaya başlıyor.
Ve araçtayız, yerimiz de güzel, artık San Francisco'nun keyfini hem de yürümeden, yorulmadan çıkarabiliriz.
Cable Car'daki yolculuğumuz boyunca oturduğumuz yerden şehri fotoğraflamayı da ihmal etmedik...
Gün boyu Cable Car'ın keyfini çıkardık. Bazen inip yürüdük, yorulduğumuzda tekrar binip dinlendik ve gezidik.Artık akşam olmuş ve bizde San Francisco'daki ilk günümüzün sonuna gelmiştik.
Cable Car San Francisco caddelerinde akşam seferinde... |
San Francisco'daki ilk günümüzün özeti bunlar. Gezimizin ikinci ve üçüncü gününü anlatmaya bir sonraki yazımda devam edeceğim.
Elinize sağlık . Ceyhun Kartal
YanıtlaSil