19 Kasım 2012 Pazartesi

New England'da Sonbahar (Fall Foliage)

Bu yazımda ününü Amerika'ya gelmeden önce de duyduğumuz ve daha önce buralara gelen herkesin hayranlıkla anlattığı new england sonbaharının görsel şovundan yani fall foliage'dan bahsetmek istiyorum. Fall foliage kısaca ağaç yaprakları anlamına geliyor. Ama durum bu kadar yalın değil. Eylül ayının gelmesi ile birlikte ağaç yaprakları yeşilden kırmızıya, kırmızıdan turuncuya, turuncudan sarıya onlarca ton ve desende kısa bir süreliğine değişimler yaşıyor. Adeta tabiat yeni bahara doğmak üzere sahneden coşkuyla çekiliyor...Ağaç yapraklarındaki bu renk değişimleri doğayı, şehirlerin parklarını ve hatta şehrin sokaklarını masalsı bir tabloya dönüştürüyor. Oluşan bu tabloları hayranlıkla izlemek ise biz şehirli insanlar için ayrı bir eğlence ve keyif anlarına dönüşüyor.

Sonbaharda ağaç yapraklarının bu renkli şovu Kanada ve Amerika'da ama özellikle new england bölgesinde önemli bir turistik aktivite haline dönüşmüş durumda. Amerikanın hatta dünyanın bir çok yerinden bu doğa şovunu izlemek için geziler, turlar düzenleniyor.

Fall foliage kimileri için bir tutku...Her yıl sonbaharın gelmesini iple çeken bunu en değerli hobilerinden birisine dönüştüren insanlar bile var. Bu insanlar kuzeyden başlayarak yaprakların renk değişimlerini, hangi derecede olduğunu (peak, moderate, fade) gün be gün hatta saat saat rapor edip, fotoğraflarını paylaşıyorlar. Bu insanlara gözetleyici anlamında "peeper" deniyormuş.

Yapraklar renk değiştirmeye eylül ayı başında Kanada ve Amerika'nın kuzeyinden (Maine, Vermont, New Hamsphire) başlayarak zaman ilerledikçe güneye doğru devam ediyor. Ekim sonu hatta daha güneylerde kasımın ilk günlerine kadar yaprakların bu renk şovunu izlenebiliyor. Zamana ve yere bağlı olarak fall foliage zirve (peak), ortalama (moderate), solmaya yakın (fade) derecede olabiliyor. Her bir renk geçişinin ayrı bir güzelliği olsa da "peak" zamanda renkleri hem daha canlı hem de çok daha çeşitli görmek mümkün oluyor.

Fall foliage'ın dünyada en güzel izlenebildiği yerden birisi new england bölgesi...biz de burada bulunmuş olmanın nimetini kaçırmak istemedik ve bu şovu en güzel şekilde hissedebileceğimiz bir rota  aramaya başladık. Araştırıken bununla ilgili o kadar çok site, rehber ve bilgi ile karşılaştık ki nereye gideceğimize karar vermekte zorlandık. Nihai olarak gidiş zamanımız açısından New Hampshire'da bulunan White Mountains National Forest içindeki bir rotada karar kıldık. Gitmeyi planladığımız tarih yaprakların "peak"den "moderate" döndüğü zamana denk geliyordu. Bir cumartesi sabahı erkenden yola çıkıyoruz. Fall foliage turuna başlayacağımız nokta evimizden yaklaşık 135 mil kuzeyinde. Sabah hava hafiften bulutlu ve yağmur yağmaya meyilli. Yağmamasını dileyerek çıkıyoruz yola. Yaklaşık iki buçuk saatlik yolun ardından rotamıza başlayacağımız Kancamagus Highway'ine giriş yapıyoruz. Hava da hafiften yağmur bırakmaya başlıyor. Yola girer girmez büyülü, masalsı bir boyuta geçmiş gibi hissediyoruz. İşte bu yolculuktan objektifimize yansıyan karelerden sadece bir kaçı..
 
Yolumuz üzerinde ormana doğru bir çok trekking parkuru görüyoruz. Bunlardan bazılarında durup ormanın içlerine doğru yürüyoruz. Hazırlıklı olmadığımızdan ve zaman zaman da yağmurun başlması nedeniyle çok fazla ilerleyemiyoruz.



Manzaralar o kadar pastoral ve etkileyici ki insan anlatmaya kelime bulamıyor...



   
  
Yolculuğumuz sırasında zaman zaman yağmur da çiseliyor. Arabanın camından yağmur damları ve rengarenk doğa...



National park sınırlarındaki gezimizde koruma altına alınmış bir tarihi ormancı evini de ziyaret ediyoruz. The Russell Colbath House olarak anılan bu ev 19'uncu yüzyılda burada yaşayan bir ormancı ailesine ait. Ev, içindeki eşyalarla birlikte korunmuş. Dolayısıyla o dönemde kırsalda yaşayan bir amerikan ailesinin hayatına dair önemli gözlemler yapmak mümkün oluyor.
The Russell-Colbath house
19'uncu yüzyılda yaşamış The Russell-Colbath ailesine ait bu evin içinden bazı kareler...

 Alttaki fotoğraflar ise bu evde yaşayan insanlara ait. Fotoğrafları, müzedeki fotoğraflar üzerinden çektik.
 
  
Daha önce de ifade ettiğim gibi ağaç yapraklarının renk değişimleri şehir içinde de inanılmaz güzel görüntülere dönüşebiliyor. Yaşadığımız yerin bir kaç sokak ötesinden (brookline) manzaralar...
Harvard Üniversitesi bahçesinden bir enstantane

14 Kasım 2012 Çarşamba

Boston'a Yakın Yerler: Gloucester ve Rockport

Geniş Boston haritasına baktığınızda okyanusa doğru çıkıntı (burun) yapan iki kara parçası görürsünüz. Bunlardan güney doğuda yer alan Cape Cod, kuzey doğuda yer alan Cape Ann'dır. Bu yazımda Cape Ann'a yaptığımız geziden notları paylaşmak istiyorum. Cape Ann, Gloucester şehri ile Rockport ve Essex kasabalarını (town) içine alıyor.


Gloucester
Geçen yaz aylarında bir pazar gününü Cap Ann'a ayırdık. Gezi planımız sabah önce Gloucester'a gidip daha sonra burdan sahil boyunca gezerek Rockport'a geçmekti. Kahvaltıyı Gloucester'da Stage Fort Park'da yaptık. Okyanus esintisine karşı yaptığımız güzel kahvaltının ardından şehri gezmeye başladık. Gloucuster bir balıkçı kasabası aslında. Bu kasabada pek çok insan geçimini Gloucuster sahillerinde yaptıkları balıkçılık ve özellikle de lobster (ıstakoz) avcılığı ile sağlıyormuş.

Gloucester'in ana caddesi (main street) üzerindeki yürüyüşümüz oldukça keyifliydi. Bu gezi sırasında gördüğümüz iki dükkan bizim için burayı her zaman hatırlamamıza sebep olacak mekanlara dönüştüler.  Bu dükkanlardan ilki zeytinyağı ve ürünleri satıyor. Mağazanın iç tasarımı ve ürün sunum tarzı oldukça dikkat çekici. Dükkana girdiğinizde kendinizi çok rahat hissediyorsunuz. Dükkanın tasarımı müşteriye farklı aroma ve yoğunluktaki zeytinyağlarının her birinin tadına bakmasına olanak sağlıyor. Biz de bir kaçının tadına oradaki ekmek küplerini bandırarak baktık. Zeytinyağını  seven birisi olarak tadlar hoşuma gitti. İşte bu dükkandan kareler...


Gloucester'ın main streetinde yürürken girdiğimiz bir diğer dükkan ise eski kitaplar satan bir kitapçı. Bu dükkanı bizim için unutulmaz ve özel yapan şey ise buradan satın aldığımız bir kitap. Dükkan vitrininin önünde bir kolinin içine rastgele bırakılmış eski kitaplardan birisi hemen dikkatimizi çekiyor. Çekmemesi de mümkün değildi, çünkü kitabın kapağında güzel bir hat yazısı vardı. Kitaba daha yakından baktığımızda kitabın bir Türk akademisyen tarafından Mekke ve Medine üzerine ingilizce olarak yazılmış bir sanat tarihi kitabı olduğunu farkettik. Kitaba biraz daha detaylı baktığımızda ise şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Kitap Londra'da çalışan bir Türk akademisyen tarafından yazılmış ve 1963 yılında İtalya'da renki baskı, kuşe kağıt ve bez kapaklı olarak basılmıştı. Kitabı almaya karar verdiğimizde kolilerin üzerindeki 1 dolar yazısını görünce kesin bir yanlışlık vardır diye düşündük. Ödeme yapmaya gittiğimizde kitap için 1 dolar vererek onu aldığımıza inanamadık. Eve gelip internetten yazar ve kitap hakkında biraz daha detay araştırma yapınca kitabın önemine daha fazla vakıf olduk. Böyle bir kitabı Amerikanın kuzey doğu sahillerindeki ufak bir sahil kasabasındaki ikinci el kitapçısının 1 dolarlık kitapları arasından satın almış olmamız bizim için unutulmaz bir anı olarak hafızalarımızda yerini aldı. İşte o kitap...
Alttaki resimler de kitabı aldığımız kitapçıdan çekilen kareler...
Main street üzerindeki gezimiz ardından tekrar sahil yoluna çıktık. Daha önce ifade ettiğim gibi burası Lobster avcılığı bakımından önemli bir yer. Sahildeki bir dükkanın önünde satılan bu Lobster tuzakları yada kasaları oldukça ilginç geldi bize.
Glocuster merkezdeki gezimizi tamamlayıp rotamızı Easter Point Lighthouse'u görmek üzere oraya doğru çevirdik. Yol boyunca güzel yazlık evlerini ve bu evlere özel plajları gördük. Yol üzerinde bir noktadan Gloucester'in merkezi işte böyle görünüyordu.
 Gloucester'daki son durağımız Easter Point Lighthouse oldu. Buradan oldukça güzel fotoğraflar çekerek ayrıldık.


Rockport
Rockport şirin bir balıkçı kasabası. Gloucester'a göre çok daha küçük bir yerleşim yeri olmasına rağmen turist yoğunluğu ve hareketlilik burada daha fazla. Aynı zamanda daha butik ve eğlenceli bir yer. Burada Türkiye'de özlediğimiz sahil kasabaları tadını alamasak da bu koşullarda tatmin edici bir yer sayılabilir. Rockport'un en turistik ve eğlenceli yeri Bearskin Neck adı verilen bölgedir.
Bu bölge main street'den sahile doğru uzanan ana bir sokak ile sağa ve sola doğru kıvrılan bir kaç ufak sokaktan oluşmaktadır. Ana sokak üzerinde butik mağazalar, sanat galerileri, kafeler, dondurmacılar ve çok sayıda lobster (ıstakoz) restaurantı bulunuyor. Lobster buranın en popüler yemeği. Dükkanlardaki yoğunluğa  bakılırsa oldukça da talebi olan bir şey. Lobster sevmeyenler için diğer balık çeşitlerini denemek bir alternatif ama balık da yemeyenler için seçenekler oldukça sınırlı bu kasabada. İşte Bearskin neck sokaklarından bazı kareler...
Bearskin Neck
Bearskin Neck

Pişmiş bir lobster, servis edilmeyi bekliyor


Berskin Neck üzerindeki bir dondurmacı


Bearskin Neck üzerinde küçük bir sokak
Bearskin Neck balıkçı barınağı
Rockport'da yapılabilecek aktivitelerden birisi de bu renkli kanolarla denize açılmak
Rockport'daki gezimizde ara sıra yoğun insan kalabalığından uzaklaşıp ara sokaklara da daldık. İşte o sokaklardan gözümüze takılan kareler...




Rockport Bearskin Neck'den insan manzaraları
Bu da Rockport'un şirin visitor information centerı
Rockport Art Association
Rockport'da güzel plajlar var. Güneşin batmaya yakın olduğu saatlerde bu plajlardan birisinde Amerika'da ikinci kez yüzme şansı buldum. Okyanus suyu tahmin ettiğimden daha az soğuktu.

Rockport'daki gezimizi tesadüfen denk geldiğimiz bir konseri dinleyerek tamamladık. Sahilin hemen karşısındaki park içinde bir çardak benzeri yapı içinde toplanmış orkestra üyeleri az sonra başlayacakları konserin hazırlıklarını yapılyorlardı. Büyük kısmının Rockport'un sakinleri olduğunu tahmin ettiğimiz insanlar ise konser saati yaklaştıkça parka geliyorlardı. Gelenler ya yanlarında portatif sandalyeleri ile yada daha çok çocuklu ailelerin yaptığı gibi sergilerle gelmişlerdi. Bu olup biteni seyretmek bizim için konserden daha keyifliydi. Orkestra üyeleri ve buraraya gelen insanların her halinde bir dinginlik, sakinlik ve konfor seziliyordu. İşte o konser alanından bir kare...