8 Eylül 2013 Pazar

Chicago Gezimiz

Bu yazı yaklaşık beş ay önce tamamladığımız Amerika maceramızın son gezi durağı Chicago hakkında. Chicago Amerikadaki ilk günlerimizde oluşturduğumuz gezilecek yerler listesinde baş sıralarda yer alıyordu. Planlar her zamanki gibi yine tutmadı ve biz bu gezimizi ancak Türkiye ye dönüş yapmadan önceki bir kaç günde yapabildik.

Bu geziye çıktığımızda Türkiyeye dönüş biletleri alınmış hatta uçuş gününe sayılı günler kalmıştı. O yüzden dönüş ile ilgili tüm hazırlıkları önceden tamamlamıştık. Chicago gezisi ardından Boston'a son kez valizlerimizi almak için uğrayıp buradan kiraladığımız arabayla new yorka geçtik ve oradan 9 saatlik uçuşla İstanbula geldik. O gün hayatımızın bugüne kadar ki en uzun günüydü. Sabah saat beşte Chicago'da uyanıp 2 saatlik uçuşla Boston'a oradan kiraladığımız arabayla dört saatlik yolculukla New Yorka ve sonra gece 11 uçağıyla 9 saat uçtuktan sonra İstanbul'a  geldiğimizde henüz İstanbul'da akşam olmamıştı bile.

Gezi günlerinin bizim için olağanüstü atmosferinden sıyrılıp gezi notlarına yer verme zamanı şimdi.

Chicago'ya gitmeye karar vermeden önce belki de ilk gözden geçirilecek şey mevsim ve elbette hava durumu. Çünkü bu şehir ,o çok bilinen adı ile "windy city", soğukları ve sert rüzgarlarıyla nam salmıştır. Bunu aylardan Nisan olmasına rağmen dışarda elde eldiven sırtta kalın paltolar ile gezen insanları görüp keşke daha hazırlıklı gelseydik dediğimizde daha iyi anlayabildik. Gezerken her üşüdüğümüzde kendimizi bir kafeye zor attık. Özellikle sabah erken saatler ve akşam güneş batmaya yakın saatler korkulu zaman dilimleriydi. Allahım o nasıl keskin bir rüzgar ve soğuk. Açıkçası buranın kışını hayal bile edemiyorum.

Otel rezervasyonumuzu daha önceki gezilerimizde olduğu gibi yine gezimize başlamadan saatler öncesinden yaptık. Şehri yürüyerek gezmeyi planladığımızdan mümkün olduğunca şehir merkezinden bir otel olmasını istiyorduk Bu yüzden Priceline sitesinden rezervasyon yaparken biraz tereddütlü ve açıkçası endişeliydik. Ama otele gittiğimizde şansın bizden yana olduğunu anladık. Çünkü otelimiz Downtown ve michigian ave bölgelerinin tam ortasında şehrin merkezi ve güvenli bir noktasındaydı. Artık gitmek görmek istediğimiz her yer yürüme mesafesindeydi, olmadı metro hemen yakından geçiyordu. Ayrıca, kaldığımız otelin şehrin tarihi tescilli yapılarından birisi (landmark) ayrııca bizi mutlu etti.

“Chicago”, Miami-İllinois yerlilerinin dilinde, Chicago nehri boyunda yetişen “shikaakwa” bitkisine verilen ismin Fransızca söylenişiymiş. Chicago şehri Amerika'nın orta batı olarak ifade edilen kısmında bulunuyor. Michigan gölünün güneyinde kurulmuş olan bu şehir nüfus bakımından Amerika'nın en büyük üçüncü şehri olma özelliğine sahip. Demografik yapısı beyaz Amerikalılar, siyah ve Afro Amerikalılar ile diğer göçmenlerin dengeli dağılımı dayalı. Bu da farklılıkların bir potada erimesinin güzel bir örneği...







Chicago mimari yapıları ile de oldukça önemli bir şehir. Özellikle modern mimarinin en güzel ve öncü yapılarına ev sahipliği yapıyor. Gökdelen şeklindeki yapıların ilk örnekleri bu şehirde verilmiş. Gezerken 1960 larda inşa edilmiş gökdelenleri görünce şaşırmamak elde değil. Gezimizde bir günümüzü şehrin önemli mimari yapılarını gezmeye ayırdık. Bunlar arasında şehrin önemli ikonlarından olan ve turistik gezilerin vazgeçilmezi sayılan 108 katlı Willis kulesi (yaygın bilinen ismiyle Sears ) de bulunuyor. Bu kule 1973 yılında inşa edilmiş. Kule bu tarih itibariyle Amerikanın ikinci dünyanın ise sekizinci en yüksek binası unvanına sahip. Kulenin 103 üncü katında bulunan tamamen camdan terasta (Skydeck Chicago) havada yürüyormuş hissine kapılmamak mümkün değil.












Chicago'nun bizim dikkatimizi çeken diğer bir özelliği ise iklimi itibariyle soğuk bir şehir olmasına rağmen parklarının ve açık alanlarının çeşitliliği ve canlılığı oldu. Mesela Millennium Park bunların en güzelidir. Bu park içerisinde artık şehirle özdeşleşmiş olan "Cloud Gate" ya da fasulyeye benzerliği nedeniyle "the bean" olarak adlandırılan bir anıt da bulunuyor.
Chicago sokak sanatları bakımından da zengin bir yer. Paklarında ve önemli meydan ve sokaklarında çok sayıda sanat eserine rastlamak mümkün. Bu sanat yapılarını gezmek bile bir günü alıyor. Şehir sanat ilişkisinin gücünü ve etkisini gezdiğiniz her yerde hissedebiliyorsunuz. Museum Campus olarak adlandırılan bölgede çok sayıda müze bulunuyor. Bunlardan en önemlisi elbette sanat müzesi olan The Art Institute of Chicago dur. Bu müzeyi hakkıyla gezmek bile bir tam gün alabiliyor.




Chicago park ve caddelerindeki sanat eserlerinden diğer kareler...









Chicago nun ünlü markaların birbirinden şık dizayn edilmiş vitrinleriyle dolu alışveriş caddesi Michigan Avenue'dir.

Chicagodan bahsedip ünlü  deep-dish pizzasından bahsetmemek olmaz. Gezimizin son günü akşamında burada yaşayan bir arkadaşımızla birlikte Giordanos pizzacısına gidip harika pizzaların tadına baktık. Tabi sıradan bir günün akşamında bu pizzayı yemek için yaklaşık iki saat sıra beklediğimize de belirteyim.


Chicago eski şehir (old town) gezimizden kareler....







Şehre dair aklımızda kalan diğer notlar....


  


 

27 Mart 2013 Çarşamba

Amerika Notları

İki yıla yakın Amerika serüveninde, ki bu sürede 20'ye yakın şehre gitme şansımız oldu, edindiğimiz izlenimleri bizim ilgimizi çeken yönleriyle gezi defterime not etme zamanı şimdi.

Şehir yapısı ve Downtown

Amerika'da şehir denildiğinde akla hemen downtown ve suburb ayrımı geliyor. Downtown bir anlamda şehrin iş, ticaret ve finans merkezini temsil ederken, suburb şehrin hemen dışında daha çok bağımsız ya da ikili (semi) house'lardan oluşan konut alanlarıdır. Bu yapı hemen hemen bütün Amerikan şehirlerinde benzerdir. Sanayileşme ve buna paralel olarak gelişen ulaşım araçları (commuter life) insanları yaşamak için daha güvenli olarak gördükleri şehir dışlarında yaşamaya yöneltmiş. Bu ilk dalganın ardından boşalan şehir merkezleri suç ve düzensizliğin merkezine dönüşmüş kimi şehirlerde. Yakın zamanlarda ise tersine bir hareketle downtownların canlanması, özellikle metropol şehirlerde genç, eğitimli profosyonel kesimin yaşam yerine dönüşmesi de gözlemleniyor. Ama bizim açımızdan bir kaç istisna dışında (New York, San Francisco) downtownlar akşamları mesai bitimindenden sonra terkedilmiş şehir izlenimi veren ve pek çetin olmayan yerler.



Amerikan şehir yapısı ile ilgili not düşecek pek çok ayrıntı var aslında. Ama son not olarak; gördüğümüz şehirler itibariyle bir şehirde bulunması gerekli ya da başka bir yerde olan tüm imkaların kıtanın her bir köşesine asgari düzeyde dağılmış olduğunu not etmek isterim.

Park Kuralları ve Park Meter'lar

Kıtada hangi şehre giderseniz gidin (şehir merkezlerini kastediyorum)  araç parkı her daim bir sorunmuş gibi bir algı oluştu bizde. Kıtaya geniş geniş yayılmış olmanın ve seyrek şehir yapılaşmanın sonucu olarak arabasız bir hayat bir çok şehirde nerdeyse imkansız gibi. Toplu taşıma belli başlı büyük şehirler dışında bizdeki toplu taşıma mantığının oldukça altında gelişmiş durumda. Sonuç olarak arabayla şehir merkezine gidiyorsanız aracınızı nereye park edeceğiniz bir sorun oluşturabiliyor. Özellikle şehir merkezlerinde ve yoğun yerleşimin olduğu bölgelerdeki cadde ve sokaklardaki park kuralları park meter denen genelde quarter yani 25 cent ile çalışan cihazlarla sağlanıyor. Bunları kıtanın neresine giderseniz gidin görürsünüz. İlk olarak 1935 yılında Oklahama şehrinde yol kenarına monte edilmiş bunlar. Banka kartı ile ödeme yapılan yeni versiyonlarını yaygın değil. Bu yüzden araçta her zaman quarter bulundurmak gerekiyor. Park meter'lı sokak ce caddelerde park süresi genelde iki saat ile sınırlı. Atılan her bir bozuk para ile ne kadar park dakikası aldığınız ise bölgeden bölgeye değişiyor. Mesela bizim yaşadığımız Boston'da şehir merkezinde her bir quarter 12 dakika veriyor.

Sincaplar

Amerikada sokak kedisi diye bir kavram yok. Çünkü bütün kediler evcil ve sahipli. Herhangi bir sebeple sokakta bir kedi gördüğünüzde oloğanüstü bir şey görmüş gibi dikkatinizi şekiyor. Türkiye'de sokak hayatının vazgeçilmez müdavimleri kedilerin yerini burda sincaplar almış. Sincaplara her ağaç olan yerde rastlamak mümkün. Ürkek ve panik görüntülerine rağmen insanlara yaklaştıkları da oluyor. Yazın zayıflayıp kışın yağlanan bu sevimli hayvancıklar Amerikanın önemli renklerinden. Kaliforniya sahillerindeki gezimizde turistlerle ilgilenen hatta poz bile veren bu sincaplar oldukça sevimliydi.





Yerel Bankalar

Amerika dikkatimiz çeken bir diğer şey, yerel bankaların varlığı. Burada bankacılık bizde bildiğimiz çok şubeli tüm ülkeye yayılmış bankacılık yaklaşımından farklı. Ufacık şehirlerde bile o şehrin ismini almış bankalara rastlamak mümkün. Önceleri bu tarz bankacılık çok daha yaygınken son dönemde ulusal bankalrca küçülk bankalar satın alınmasıyla bu yapı değişmeye başlamışsa da halen tek şubeli bankalar da yoğun bir şekilde varlığını sürdürüyor. İşte onlardan bir kaç kare...


Drive Through

Yukarda anlattığım şehir yapısı ve arabaya bağımlı hayatın bir sonucu belki de nedeni bilmiyorum artık drive through adı düzenlemeler var. Fast food dükkanlardan, bazı kafelerden, eczanelerden (CVS) almak istediğinizi dükkanların içine girmeden ve arabanızdan inmeden alabileceğiniz yol düzenlemesi bu.  Hatta evimizin yakındaki bir yerel banka şubesinde de bu özellik var. İnsanlar arabalarıyla bankaya girip arabadan inmeden bankacılık işlemini yapabiliyor, ATM kullanabiliyor. Amerikada başlayan bu uygulama Türkiyede'de görülmeye başlandı.


26 Mart 2013 Salı

Boston Notları 2

Boston notlarına devam ediyorum....

Red Sox, Celtics, Patriots ve Bruins

Boston güçlü ve ünlü spor takımlarıyla da biliniyor. Red Sox, beyzbol; Celtics, basketbol; Patriots, futbol ve Bruins, buz hokeyi takımı. Bu takımlar şehirle bütünleşmiş durumda. Burada yaşayanların hayatlarında da oldukça önemli bir yer tutuyor. Aslında spor, daha doğrusu maç seyretmek Amerikada bizim algıladığımızdan biraz farklı algılanıyor. İnsanlar maç seyretmeyi tamamen bir eğlenceye dönüştürmüş durumdalar.

Amerika, sporun kendine özgü kurallarıyla yeniden yaratıldığı coğrafyanın adı bir anlamda. Bizim "football" diye bildiğimiz spor burada "soccer" diye bilinirken, burda daha çok elle oynanan benzerine "football" deniyor. Bunun dışında Amerika dışında pek yaygın olmayan beyzbal burada oldukça popüler. Baskete gelince zaten çok fazla söze gerek yok zaten. NBA apayrı bir dünya. Geldiğimiz 2011 senesinde grev nedeniyle maçlara ara verilmişti, 2012 de tekrar başladı. Buz hokeyi ise bir başka popüler spor alanı Amerikada. Bende daha çok buz üstünde kimi zaman oyunu bırakıp birbirine giren oyuncuları, hakemler de bu durumu uzaktan seyrediyor, ile canlanan spor dalı :) Buna gittiğimiz bir buz hokeyi maçında da bizzat şahit olduk.





Dunkin Donuts

Gelmeden önce tanıştığım Seattle'li bir Amerikalıya Boston'a gidiyorum deyince bana "great city" dedikten sonra her yerde Dunkin Donuts'ların olduğundan bahsetmişti. Gerçekten de buradaki insanlar için Dunkin Donutslar Starbucks lar kadar belki ondan daha önemli bir yer tutuyor insanların gündelik hayatlarında. Bu zincir mağazalarda başta hamurlu ürünler (Bagels ve Donuts) ve kahve olmak üzere daha çok sabah kahvaltılırına uygun aperatif yiyecekler satılıyor. Yolda yürürken, araba kullanırken ya da heran her yerde insanların ellerinde Dunkin Donuts'dan alınmış buzlu kahveleri görmek mümkün. Burası aynı zamanda Amerikalıların ayak üstü kahvaltı mekanları...



Menino

Menino Boston'ın 70 yaşındaki italyan kökenli belediye başkanı. Bu ismin bizim zihnimizde yer etmesi onun daha çok bizde rastlanır sandığımız 20 yılı geçen belediye başlanlığı süresi ve onun sempatik kişiliğiyle ilgili. Hatta geçen aylarda İtalya gezisi sonrasında kaptığı enfeksiyondan sonra tedavi edildiği Boston'daki bir hastaneden yaptığı basın toplantısında yeniden aday olup olmayacağı sorularına da olumsuz yanıt vermemiş bir zattır. İleri yaşına rağmen çalışkan bir belediye başkanı olarak sevilen bir karekter kendisi anladığımız. Zaman zaman seyrettiğimiz yerel kanallardaki konuşmaları ve gazetelerde verdiği pozlarla bizi gülümsetmiş bir kişidir aynı zamanda.