Bu geziye çıktığımızda Türkiyeye dönüş biletleri alınmış hatta uçuş gününe sayılı günler kalmıştı. O yüzden dönüş ile ilgili tüm hazırlıkları önceden tamamlamıştık. Chicago gezisi ardından Boston'a son kez valizlerimizi almak için uğrayıp buradan kiraladığımız arabayla new yorka geçtik ve oradan 9 saatlik uçuşla İstanbula geldik. O gün hayatımızın bugüne kadar ki en uzun günüydü. Sabah saat beşte Chicago'da uyanıp 2 saatlik uçuşla Boston'a oradan kiraladığımız arabayla dört saatlik yolculukla New Yorka ve sonra gece 11 uçağıyla 9 saat uçtuktan sonra İstanbul'a geldiğimizde henüz İstanbul'da akşam olmamıştı bile.
Gezi günlerinin bizim için olağanüstü atmosferinden sıyrılıp gezi notlarına yer verme zamanı şimdi.
Chicago'ya gitmeye karar vermeden önce belki de ilk gözden geçirilecek şey mevsim ve elbette hava durumu. Çünkü bu şehir ,o çok bilinen adı ile "windy city", soğukları ve sert rüzgarlarıyla nam salmıştır. Bunu aylardan Nisan olmasına rağmen dışarda elde eldiven sırtta kalın paltolar ile gezen insanları görüp keşke daha hazırlıklı gelseydik dediğimizde daha iyi anlayabildik. Gezerken her üşüdüğümüzde kendimizi bir kafeye zor attık. Özellikle sabah erken saatler ve akşam güneş batmaya yakın saatler korkulu zaman dilimleriydi. Allahım o nasıl keskin bir rüzgar ve soğuk. Açıkçası buranın kışını hayal bile edemiyorum.
Otel rezervasyonumuzu daha önceki gezilerimizde olduğu gibi yine gezimize başlamadan saatler öncesinden yaptık. Şehri yürüyerek gezmeyi planladığımızdan mümkün olduğunca şehir merkezinden bir otel olmasını istiyorduk Bu yüzden Priceline sitesinden rezervasyon yaparken biraz tereddütlü ve açıkçası endişeliydik. Ama otele gittiğimizde şansın bizden yana olduğunu anladık. Çünkü otelimiz Downtown ve michigian ave bölgelerinin tam ortasında şehrin merkezi ve güvenli bir noktasındaydı. Artık gitmek görmek istediğimiz her yer yürüme mesafesindeydi, olmadı metro hemen yakından geçiyordu. Ayrıca, kaldığımız otelin şehrin tarihi tescilli yapılarından birisi (landmark) ayrııca bizi mutlu etti.
“Chicago”, Miami-İllinois yerlilerinin dilinde, Chicago nehri boyunda yetişen “shikaakwa” bitkisine verilen ismin Fransızca söylenişiymiş. Chicago şehri Amerika'nın orta batı olarak ifade edilen kısmında bulunuyor. Michigan gölünün güneyinde kurulmuş olan bu şehir nüfus bakımından Amerika'nın en büyük üçüncü şehri olma özelliğine sahip. Demografik yapısı beyaz Amerikalılar, siyah ve Afro Amerikalılar ile diğer göçmenlerin dengeli dağılımı dayalı. Bu da farklılıkların bir potada erimesinin güzel bir örneği...
Chicago mimari yapıları ile de oldukça önemli bir şehir. Özellikle modern mimarinin en güzel ve öncü yapılarına ev sahipliği yapıyor. Gökdelen şeklindeki yapıların ilk örnekleri bu şehirde verilmiş. Gezerken 1960 larda inşa edilmiş gökdelenleri görünce şaşırmamak elde değil. Gezimizde bir günümüzü şehrin önemli mimari yapılarını gezmeye ayırdık. Bunlar arasında şehrin önemli ikonlarından olan ve turistik gezilerin vazgeçilmezi sayılan 108 katlı Willis kulesi (yaygın bilinen ismiyle Sears ) de bulunuyor. Bu kule 1973 yılında inşa edilmiş. Kule bu tarih itibariyle Amerikanın ikinci dünyanın ise sekizinci en yüksek binası unvanına sahip. Kulenin 103 üncü katında bulunan tamamen camdan terasta (Skydeck Chicago) havada yürüyormuş hissine kapılmamak mümkün değil.
Chicago'nun bizim dikkatimizi çeken diğer bir özelliği ise iklimi itibariyle soğuk bir şehir olmasına rağmen parklarının ve açık alanlarının çeşitliliği ve canlılığı oldu. Mesela Millennium Park bunların en güzelidir. Bu park içerisinde artık şehirle özdeşleşmiş olan "Cloud Gate" ya da fasulyeye benzerliği nedeniyle "the bean" olarak adlandırılan bir anıt da bulunuyor.
Chicago sokak sanatları bakımından da zengin bir yer. Paklarında ve önemli meydan ve sokaklarında çok sayıda sanat eserine rastlamak mümkün. Bu sanat yapılarını gezmek bile bir günü alıyor. Şehir sanat ilişkisinin gücünü ve etkisini gezdiğiniz her yerde hissedebiliyorsunuz. Museum Campus olarak adlandırılan bölgede çok sayıda müze bulunuyor. Bunlardan en önemlisi elbette sanat müzesi olan The Art Institute of Chicago dur. Bu müzeyi hakkıyla gezmek bile bir tam gün alabiliyor.
Chicago park ve caddelerindeki sanat eserlerinden diğer kareler...
Chicago nun ünlü markaların birbirinden şık dizayn edilmiş vitrinleriyle dolu alışveriş caddesi Michigan Avenue'dir.
Chicagodan bahsedip ünlü deep-dish pizzasından bahsetmemek olmaz. Gezimizin son günü akşamında burada yaşayan bir arkadaşımızla birlikte Giordanos pizzacısına gidip harika pizzaların tadına baktık. Tabi sıradan bir günün akşamında bu pizzayı yemek için yaklaşık iki saat sıra beklediğimize de belirteyim.
Chicago eski şehir (old town) gezimizden kareler....
Şehre dair aklımızda kalan diğer notlar....