27 Mart 2013 Çarşamba

Amerika Notları

İki yıla yakın Amerika serüveninde, ki bu sürede 20'ye yakın şehre gitme şansımız oldu, edindiğimiz izlenimleri bizim ilgimizi çeken yönleriyle gezi defterime not etme zamanı şimdi.

Şehir yapısı ve Downtown

Amerika'da şehir denildiğinde akla hemen downtown ve suburb ayrımı geliyor. Downtown bir anlamda şehrin iş, ticaret ve finans merkezini temsil ederken, suburb şehrin hemen dışında daha çok bağımsız ya da ikili (semi) house'lardan oluşan konut alanlarıdır. Bu yapı hemen hemen bütün Amerikan şehirlerinde benzerdir. Sanayileşme ve buna paralel olarak gelişen ulaşım araçları (commuter life) insanları yaşamak için daha güvenli olarak gördükleri şehir dışlarında yaşamaya yöneltmiş. Bu ilk dalganın ardından boşalan şehir merkezleri suç ve düzensizliğin merkezine dönüşmüş kimi şehirlerde. Yakın zamanlarda ise tersine bir hareketle downtownların canlanması, özellikle metropol şehirlerde genç, eğitimli profosyonel kesimin yaşam yerine dönüşmesi de gözlemleniyor. Ama bizim açımızdan bir kaç istisna dışında (New York, San Francisco) downtownlar akşamları mesai bitimindenden sonra terkedilmiş şehir izlenimi veren ve pek çetin olmayan yerler.



Amerikan şehir yapısı ile ilgili not düşecek pek çok ayrıntı var aslında. Ama son not olarak; gördüğümüz şehirler itibariyle bir şehirde bulunması gerekli ya da başka bir yerde olan tüm imkaların kıtanın her bir köşesine asgari düzeyde dağılmış olduğunu not etmek isterim.

Park Kuralları ve Park Meter'lar

Kıtada hangi şehre giderseniz gidin (şehir merkezlerini kastediyorum)  araç parkı her daim bir sorunmuş gibi bir algı oluştu bizde. Kıtaya geniş geniş yayılmış olmanın ve seyrek şehir yapılaşmanın sonucu olarak arabasız bir hayat bir çok şehirde nerdeyse imkansız gibi. Toplu taşıma belli başlı büyük şehirler dışında bizdeki toplu taşıma mantığının oldukça altında gelişmiş durumda. Sonuç olarak arabayla şehir merkezine gidiyorsanız aracınızı nereye park edeceğiniz bir sorun oluşturabiliyor. Özellikle şehir merkezlerinde ve yoğun yerleşimin olduğu bölgelerdeki cadde ve sokaklardaki park kuralları park meter denen genelde quarter yani 25 cent ile çalışan cihazlarla sağlanıyor. Bunları kıtanın neresine giderseniz gidin görürsünüz. İlk olarak 1935 yılında Oklahama şehrinde yol kenarına monte edilmiş bunlar. Banka kartı ile ödeme yapılan yeni versiyonlarını yaygın değil. Bu yüzden araçta her zaman quarter bulundurmak gerekiyor. Park meter'lı sokak ce caddelerde park süresi genelde iki saat ile sınırlı. Atılan her bir bozuk para ile ne kadar park dakikası aldığınız ise bölgeden bölgeye değişiyor. Mesela bizim yaşadığımız Boston'da şehir merkezinde her bir quarter 12 dakika veriyor.

Sincaplar

Amerikada sokak kedisi diye bir kavram yok. Çünkü bütün kediler evcil ve sahipli. Herhangi bir sebeple sokakta bir kedi gördüğünüzde oloğanüstü bir şey görmüş gibi dikkatinizi şekiyor. Türkiye'de sokak hayatının vazgeçilmez müdavimleri kedilerin yerini burda sincaplar almış. Sincaplara her ağaç olan yerde rastlamak mümkün. Ürkek ve panik görüntülerine rağmen insanlara yaklaştıkları da oluyor. Yazın zayıflayıp kışın yağlanan bu sevimli hayvancıklar Amerikanın önemli renklerinden. Kaliforniya sahillerindeki gezimizde turistlerle ilgilenen hatta poz bile veren bu sincaplar oldukça sevimliydi.





Yerel Bankalar

Amerika dikkatimiz çeken bir diğer şey, yerel bankaların varlığı. Burada bankacılık bizde bildiğimiz çok şubeli tüm ülkeye yayılmış bankacılık yaklaşımından farklı. Ufacık şehirlerde bile o şehrin ismini almış bankalara rastlamak mümkün. Önceleri bu tarz bankacılık çok daha yaygınken son dönemde ulusal bankalrca küçülk bankalar satın alınmasıyla bu yapı değişmeye başlamışsa da halen tek şubeli bankalar da yoğun bir şekilde varlığını sürdürüyor. İşte onlardan bir kaç kare...


Drive Through

Yukarda anlattığım şehir yapısı ve arabaya bağımlı hayatın bir sonucu belki de nedeni bilmiyorum artık drive through adı düzenlemeler var. Fast food dükkanlardan, bazı kafelerden, eczanelerden (CVS) almak istediğinizi dükkanların içine girmeden ve arabanızdan inmeden alabileceğiniz yol düzenlemesi bu.  Hatta evimizin yakındaki bir yerel banka şubesinde de bu özellik var. İnsanlar arabalarıyla bankaya girip arabadan inmeden bankacılık işlemini yapabiliyor, ATM kullanabiliyor. Amerikada başlayan bu uygulama Türkiyede'de görülmeye başlandı.


26 Mart 2013 Salı

Boston Notları 2

Boston notlarına devam ediyorum....

Red Sox, Celtics, Patriots ve Bruins

Boston güçlü ve ünlü spor takımlarıyla da biliniyor. Red Sox, beyzbol; Celtics, basketbol; Patriots, futbol ve Bruins, buz hokeyi takımı. Bu takımlar şehirle bütünleşmiş durumda. Burada yaşayanların hayatlarında da oldukça önemli bir yer tutuyor. Aslında spor, daha doğrusu maç seyretmek Amerikada bizim algıladığımızdan biraz farklı algılanıyor. İnsanlar maç seyretmeyi tamamen bir eğlenceye dönüştürmüş durumdalar.

Amerika, sporun kendine özgü kurallarıyla yeniden yaratıldığı coğrafyanın adı bir anlamda. Bizim "football" diye bildiğimiz spor burada "soccer" diye bilinirken, burda daha çok elle oynanan benzerine "football" deniyor. Bunun dışında Amerika dışında pek yaygın olmayan beyzbal burada oldukça popüler. Baskete gelince zaten çok fazla söze gerek yok zaten. NBA apayrı bir dünya. Geldiğimiz 2011 senesinde grev nedeniyle maçlara ara verilmişti, 2012 de tekrar başladı. Buz hokeyi ise bir başka popüler spor alanı Amerikada. Bende daha çok buz üstünde kimi zaman oyunu bırakıp birbirine giren oyuncuları, hakemler de bu durumu uzaktan seyrediyor, ile canlanan spor dalı :) Buna gittiğimiz bir buz hokeyi maçında da bizzat şahit olduk.





Dunkin Donuts

Gelmeden önce tanıştığım Seattle'li bir Amerikalıya Boston'a gidiyorum deyince bana "great city" dedikten sonra her yerde Dunkin Donuts'ların olduğundan bahsetmişti. Gerçekten de buradaki insanlar için Dunkin Donutslar Starbucks lar kadar belki ondan daha önemli bir yer tutuyor insanların gündelik hayatlarında. Bu zincir mağazalarda başta hamurlu ürünler (Bagels ve Donuts) ve kahve olmak üzere daha çok sabah kahvaltılırına uygun aperatif yiyecekler satılıyor. Yolda yürürken, araba kullanırken ya da heran her yerde insanların ellerinde Dunkin Donuts'dan alınmış buzlu kahveleri görmek mümkün. Burası aynı zamanda Amerikalıların ayak üstü kahvaltı mekanları...



Menino

Menino Boston'ın 70 yaşındaki italyan kökenli belediye başkanı. Bu ismin bizim zihnimizde yer etmesi onun daha çok bizde rastlanır sandığımız 20 yılı geçen belediye başlanlığı süresi ve onun sempatik kişiliğiyle ilgili. Hatta geçen aylarda İtalya gezisi sonrasında kaptığı enfeksiyondan sonra tedavi edildiği Boston'daki bir hastaneden yaptığı basın toplantısında yeniden aday olup olmayacağı sorularına da olumsuz yanıt vermemiş bir zattır. İleri yaşına rağmen çalışkan bir belediye başkanı olarak sevilen bir karekter kendisi anladığımız. Zaman zaman seyrettiğimiz yerel kanallardaki konuşmaları ve gazetelerde verdiği pozlarla bizi gülümsetmiş bir kişidir aynı zamanda.   


17 Mart 2013 Pazar

Boston Notları 1

Yirmi aya yaklaşan Boston misafirliğimizin son günlerine yaklaşırken Boston'a dair notlarıma yer vermenin de zamanı geldi sanırım. Zamanı geldi diyorum çünkü yaşadığımız şehre ilişkin notlarımı hep ayrılmadan önceki son haftalara bırakmayı tasarlamıştım. İşte şimdi sahne Boston'ın..

Yaklaşık 20 ayımızı geçirdiğimiz bu şehri nasıl anlatmalı nerden başlamalı bilmiyorum. Sanırım en kısa ve doğru yol, hayatımızın bundan sonrasında Boston denildiğinde zihnimizde canlanan resmi kelimelere dökmek olacak.

1- Üniversiteler şehri: Harvard, MIT, BU

Boston (greater Boston) içinde barındırdığı 100'e yakın üniversite ile belki de dünyanın en önemli eğitim merkezlerinden birisi. Dünyanın en iyi on üniversitesinden ikisi Harvard ve MIT burada bulunuyor. Şehrin ortasından geçen Charles nehrinin kuzey yakasını oluşturan Cambridge bu iki üniversitenin kampüslerine ev sahipliği yaparken, nehrin güney yakası nerdeyse boydan boya Boston Üniversitesi kampüsünü oluşturuyor. Sadece bu bölgede yani Boston ve Cambridge civarında 250 binin üzerinde üniversite öğrencisi yaşıyormuş. Bu ve burada saymadığım diğer üniversiteler dünyanın belki de her bir köşesinden gelen genç insanları, araştırmacıları ağırlıyor. Bütün bu özellikler şehri rengini, kimliğini ve karakterini veriyor.

Harvard Yard'dan bir köşe
2- Charles River

Şehrin ortasından geçen bu nehir, şehrin en önemli renklerinden, karakterlerinden bir parça bence. Büyük metropol şehirlerine göre görece olarak küçük (ama ABD ölçeğinde büyük) bir şehir için nehir, şehrin sakinleri için hep yakınında oldukları, gördükleri, vakit geçirdikleri bir yer. Yaz-kış, gece-gündüz kıyılarında koşan, spor yapan, bisiklet süren insanları görmek oldukça olağan. Öte yandan nehir, nehre kıyısı olan Harvard, MIT ve Bostan üniversitelerinin spor aktivitelerinin merkezi konumunda.  Ayrıca, arabasının üstünde kanosunu getirip uygun bulduğu bir noktandan kano ile nehre açılan bir çok insan da gördük. Bir de su kenarı denince bizde akla hep çay bahçesi, suya nazır restaurantlardan burada eser yok.




Nehir ile ilgili zihnimizde yer eden bir görüntü ise 2013 kışında nehrin donduğuna şahit olmamız oldu. İşte o zamanlardan bir kare...



3- Green Line

Green line, kısaca T olarak bilinen (bu arada Amerika kısaltılabilen ifadeyi cümleyi kısaltmayı gayet başarılı yapıyorlar ) Boston metro sisteminin bir parçası. Tarihi 1856'ya kadar giden bu metro sistemi aynı zamanda Amerikan'nın ilk metro hattı.

Green Line Boston'ın unutamayacağımız bir rengi. Adeta şehre karakterini vermiş. A,B,C,D ve E olarak beş farklı güzergahı olan ve yolun büyük kısmında yer üstünde giden bu trenler eskilikleri, yavaşlıkları hatta kimi zaman kampüs içi ring babından adım başı duraklarıyla bambaşka. Bizim sıklıkla kullandığımız B hattı kimi zaman, tabi hava güzelse, yürüyerek gitmeyi tercih ettirecek düzeyde yavaş. Eskiliği ise bizde hayal edemeyeceğimiz düzeyde.




Bu trenler beni o kadar etkilemiş olacak ki dönmeden lisanslı maketini bile aldım.


4- Parking ve Ticket

Başlığı ingilizce yazdım çünkü bu iki kelime şehir için özellikle metro boston'da yaşayanlar için ilk anlamlarından öte şeyler ifade ediyor. Metro Boston ve önemli diğer merkez civarlarında (BU kampüsü, Cambridge, Harvard vs.) olağan bir günde bile bir kaç tur atmadan aracınıza park yeri bulduğunuzda o gün kendini şanslı sayıyorsunuz. Tabi park derken öyle canınız istediği kadar ve ücretsiz de değil. Bu sokak üstü park yerleri 2 saat ile sınırlı ve park meterlere her 12 dakika için bir quarter (25 cent) atmak zorundasınız. O yüzden yanınızda, arabanızda her daim avuç avuç quarterlar olması da gerekiyor. Çoğu yerde kart da geçerli değil çünkü. Bu, olayın park kısmıydı. Bir de aracınıza döndüğünüzde arabanın camında turuncu renkli bir zarfı (semte göre farklı renkler de gördüm) görmüyorsanız derin bir nefes alıyorsunuz. Çünkü park kurallarının uygulamasında sorumlu görevliler o kadar dakik ki bazen bir dakika geçirmeniz bile affedilmiyor. Hemen Ticket'i kesip camınza koyuyorlar. Hasılı turuncu zarflar araba kullananların (tabi özel parkı olmayanların) korkulu rüyası.


5- 31 Ağustos ve 1 Eylül taşınma çılgınlığı

Şehrin öğrenci dominant semtlerinde her yılın 31 Ağustos ve özellikle 1 Eylül günleri daha önce hiç rastlamadığımız muhtemelen Amerikanın başka şehirlerinde de rastlanmayacak tarzda bir hareketlilliğe sahne oluyor. O günlerde öğrenci yoğun semtler taşınma seferberliği yaşıyor. Bunun nedeni kira dönemlerinin genelde okulların açılma dönemine endeksli olarak yapılması ve büyük öğrenci sirkülasyon. O günlerde ev taşımış birisi olarak yaşadılarım ve gördüklerim benim için olağandışı bir tabloydu.

Bostona dair notlarım devam edecek...


3 Mart 2013 Pazar

Amerikadaki Avrupa: Newport Köşkleri (Mansions)

Geçen sene sonbaharda günibirlik yaptığımız gezileriden birisi de Boston'a yaklaşık bir saat mesafedeki Newport'da bulunan mansiyonlar yani köşkler oldu. Newport, Amerikanın alan olarak en küçük eyaleti olan Rhode Island'ın bir şehri. Bu şehir Amerikan ulusal tarihinin abideleri olarak kabul edilen bir grup müze konutun da içinde bulunduğu küçük bir sahil kenti. Buradaki köşklerin(mansions) koruma altına alıp müze olarak ziyarete açılmasını gerektiren sebepler ne olabilir diye düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen bu yapıların  kendi dönemi içinde hiçbir maddi sınır olmadan büyük görkem ve zenginlik içindeki yaşamlardan bir kesit sunması oldu. Köşkler genelde Avrupadan gelen ustalara oradaki köşkler kopya edilerek yaptırılmış. 19.yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar özellikle New York'lu zengin iş adamlarının sadece yaz aylarını geçirmek için yaptırdıkları bu büyük bahçeli konutlar, bir yandan dönemin zengin elit sınıfın zevkinin parayla doğru orantılı olarak nasıl geliştiğini gösterirken, öte yandan bu sınıfın gündelik yaşamlarının detaylarına da ışık tutuyor.


 Newport Mansions kapsamında on adet konut, bir bahçe ve tabi Amerikada'ki her türden müzenin olmazsa olmazı hatıra ve hediyelik eşya tarzı ürünlerin satıldığı müze shoplar bulunuyor. Ziyarete açık olan köşkler birbirine çok uzak olmasa da yine de birinden diğerine giderken araba kullanmak gerekiyor . Gittiğimiz mevsim itibariyle sadece üç köşk ziyare açıktı. Açık olan bu üç köşk de zaten dışardan bakıldığında en görkemlileriydi. Her bir köşkün girişinde içinde detaylı anlatımların olduğu ve kullanımı oldukça kolay bir elektronik tur rehberi veriliyor. Bu rehberde hem mekan tanıtımı hem de bu köşklerde yaşamış olan ailelerin hikayelerine, hatıralarına ve yaşamlarına dair bilgiler yer alıyor. Köşklerin içinde bir kaç istisna alan dışında fotoğraf çekmeye müsade edilmiyor.
 
Köşk gezilerinde ilk durağımız The Elms adı verilen Berwind ailesinin yaşadığı saray var. Burası 1901 tarihinde aslında oldukça geç sayılabilecek bir tarihte, ev sahiplerinin Fransa'ya yaptıları bir gezi sırasında görüp beğendikleri bir sarayın kopyası olarak inşa edilmiş. Fiziksel olarak içeriden ve dışarıdan Fransa'daki bir sarayın çok benzeri de olsa, bu saray döneminin bütün teknolojik avantajlarıyla inşa edilmiş; aydınlatmalar, servis asansörleri gibi. Kontrolü bizde olan sesli rehberlerimiz sayesinde burad ayaşayan ailelerin gündelik hayatlarına dair de ilginç detayları öğreniyoruz. Onlardan birisi de sadece yaz aylarını geçirmek için bu saraylara gelen ailelerin hanım efendilerinin kahvaltıi öğle yemeği, ikindi çayı, sabah yürüyüşü, tenis maçı, akşam yemeği gibi çeşitli aktiviteler için günden en az altı kez kıyafet değiştirdikleri.
 




Aynı zamanda ev sahiplerinin bu kadar refah ve zenginlik içinde bir yaşam sürmelerini sağlayan hizmetçi ordusu da her evin ayrılmaz bir parçası olmuş. The Elms sakinlerinin hizmetçilerinin yaşamını anlatan ayrı bir tur da ayrı aktivite olarak buradaki turlara dahil edilmiş.

The Elms'in cephesini ve bahçesini süsleyen sanat ürünlerinden bazı kesitler...
 





Köşk gezimizin iki durak The Breakers. Burası 1895 yılında New York demiryolunu inşa etmiş olan döneminin Amerikada'ki en zengin ailesi olan Vanderbilt ailesi tarafından inşa edilmiş. Bu ev bölgedeki en büyük ve en gösterişli olanı. Zamanında buradaki hizmetçi sayısı üç yüzü buluyormuş. İşte Vanderbilt ailesinin yazlık evinden kareler...
 
 






Üçüncü durağımız Marble House (mermer ev). Burası 1892 tarihinde Alva Vanderbilt'e kocası tarafında kırkıncı yaş günü hediyesi olarak inşa edilmiş.Alva döneminin aydın, yazar, özellikle kadın hakları savunucusu olarak öne çıkan ve kadınların seçilme haklarını kazanmalarında önemli rol oynayan bir karakter olarak biliniyor. Aynı zamanda Amerika’da eşinden boşanan ilk kadın olarak da tarihe geçmiş, mermer saraya rağmen. Gerçi boşandıktan sonra eski kocasının arkadaşı olan yine bu bölgede yazlık konutu olan zengin bir beyefendiyle evlenmiş.