28 Ocak 2013 Pazartesi

Brooklyn

New York şehrinin beş bölgeden (boroughs),daha önce bunların her biri ayrı şehirlermiş, oluştuğunu daha önceki notlarımda belirtmiştim. Bu alt şehirler; Manhattan, Brooklyn, The bronx, Queens ve Staten Island. New York gezilerini sadece Manhattan ile sınırlayıp şehrin nüfus olarak en kalabalık, kültürel, sosyal ve etnik çeşitlilik bakımından ise dikkat çekici parçası Brooklyn'i es geçmek olmaz dedik ve gezi planımıza burasını da dahil ettik.

Brooklyn Köprüsü

Brooklyn gezimize, new york gezilerinin olmazsa olmazı ve en turistik mekanlarından birisi olan Brooklyn köprüsünden yürüyerek geçerek başladık. Manhattan'ı Brooklyn'e bağlayan bu köprünün yaya ve bisiklet geçisine açık olması köprüyü sadece ulaşım amaçlı bir yapıdan sosyal ve yaşayan yapıya dönüştürmüş adeta. Nasıl mı? Bir kere köprü günün her saatinde buna özellikle gece Manhattan manzarasını seyretmek için gelenler de dahil, turistlerin akın ettiği, durup manzaranın keyfini çıkardıkları önemli bir çekim noktası. New York'a gelip Brookly köprüsünden yürüyerek geçmemek gerçekten eksik bir gezi olurdu.  İkincisi bu köprü sadece araç ve yaya trafiği değil bisiklet trafiği açısından da oldukça yoğun. Bir günde ortalama 3100 bisikletli köprüden geçiş yapıyormuş.

Köprü 1883'de tamamlandığında dünyanın en geniş asma köprüsü ünvanına sahip olmuş. Bu ünvanını 1903'e kadar da korumuş. Köprü yapıldığı yıllarda ileri bir teknoloji ürünü olması nedeniyle zamanında geleceğe ümitle bakmanın bir sembolü olarak görülmüş. Gotik tarzda yapılmış olan bu köprü, 19. yüzyıl mühendisliğinin doruk noktası olarak kabul edilmiş.

Köprü ile ilgili okuduğum kaynaklarda köprünün yapımı ile ilgili hüzünlü bir hikaye de anlatılmaktadır. Köprünün mimarı (John A.Roebling) köprünün yapımından önce yer tespit çalışmaları sırasında bir kaza geçirir. Kazada ayağı ezilen mimar buna bağlı enfeksiyon sonucu 1869'da hayatını kaybeder. Mimarın ölümü üzerine projenin başına oğlu Washington Roebling atanır. Roebling  köprünün kulelerinin inşa edileceği su altı odalarında çalışırken yediği vurgun sonrası yatalak olur ve birdaha işin başına dönemez. Ancak temsili olarak prejenin başında kalan Roebling eşinin yardımıyla köprü inşaatını yatağından seyrederek kontrol etmiş. Köprünün açılışının yapıldığı gün ABD Başkanı ve New York Belediye Başkanı mimarı evinde ziyaret ederek vefa örneği göstermişler.

Zaman içerisinde köprü bir çok sanatçının ilham kaynağı ve sanat malzemesi de olmuş. Bunlardan birisi de Türk fotoğrafçı ve ressam Burhan Doğançay. Brooklyn köprüsü üzerine fotoğraflarını Bridge of Derams başlığında toplamış.

Brooklyn Bridge, Photo Source: Google Images
Brooklyn

Güneşin batış anlarında Brooklyn köprüsü üzerinde çeşitli noktalarda durup o anları ölümsüzleştirdikten sonra şehrin Brooklyn tarafına geçtik. 
Brooklyn köprüsü üzerinden Özgürlük Anıtı
Köprünün Brooklyn yakasında ilk durağımız köprünün hemen altındaki Brooklyn Bridge Park oldu. Burada doğu nehrinin hemen kıyısından Manhattan'ı parlament mavisi saatlerde seyretme şansımız oldu.
Brooklyn'in kültürel ve etnik çeşitliliğinden bahsetmiştim. Şehrin bu yanını daha yakından görebilmek için önceden belirlediğimiz bazı mahallelere doğru yöneldik. Bunlardan ilki ortodoks yahudilerin çok yoğun olarak yaşadığı mahallelerden birisi olan Borough Park sokakları oldu. Buradaki gezimizde şahit olduğumuz görüntüler ancak İsrail'e gittiğimizde görebileceğimizi tahmin edebileceğimiz türden. Gezerken ortodoks yahudiliğe dair yaşam tarzının yansımalarını her yerde görüyorsunuz: Geleneksel kıyafetleri içinde günlük hayatlarını sürdüren insanlar, baştan aşağı siyah giyinmiş ve inançları gereği peruk takmış ve de büyük çoğunluğu çocuklu bayanlar, yeshivalar (din okulları), üzerinde ibranice yazılar olan Amerikanın bilindik sarı renkli okul servisleri, sokaktaki dükkanların hemen hemen hepsinin ibranice yazılmış tabelaları, bukleli saçları ve geleneksel kıyafetleri ile yeshivaların önünden oynayan çocuklar, kosher restaurantlar ve dahası...Bu gezimizde  tüm Yahudilerin zengin oldukları ve refah içinde yaşadıkları şeklindeki ön yargımızı sorgulatacak bir çok manzara ile de karşılaştık. Yaşam tarzı ve tercih seçeneklerini de saklı tutarak bu konudaki ön kabulümüze bir soru işareti ekledik burada açıkçası.
Gezimiz sırasında oradaki atmosferi yansıtacak fotoğraflar çekmeye çalıştım. Fotoğraf çekerken de insanları rahatsız etmemek adına hassas davrandım.


Foto: Wikipedia 
Borough Park bölgesinde bir mağaza
Brooklyn'de Yahudi'lerden sonra bir diğer büyük etnik grup Afrikan Amerikanlar. Brooklyn'in farklı bölgelerinde yoğunlaşmış Afro Amerikanların mahallerini  arabayla da olsa gezme şansımız oldu. Brooklyn'de yoğunlaşmış diğer etnik gruplar Ruslar ve Ukraynalılar. Hatta Brighton Beach bölgesi rus nüfusun yoğunluğundan dolayı "Little Russia" olarak anılıyormuş.

Brooklyn'de yaşayan farklı etnik gruplar kendi mahallerini oluşturup kendilerine özgü yaşam tarzını kurmuşlar. Arabayla Brooklyn sokaklarında gezerken dikkatimizi çeken bir nokta da farklı etnik grupların yaşadığı mahaller arasındaki keskin ayrımlar oldu.Örneğin, Afrikan Amerikanların yoğun olduğu mahalleden çıkıp bir anda yahudi yoğun mahalleye geçiyorsunuz ve hava bir anda değişiveriyor.

Brooklyn aynı zamanda zengin,elit ve entellektüel kesimin de yaşamayı tercih ettiği bir bölge. Bu kesim Brooklyn'in özellikle Brooklyn Heights, Park Slope, Cobble Hill, Prospect Park vd. bölgelerini tercih ediyorlarmış. Brooklyn Height ve Park Slope civarlarında kısa süreli gezintimiz dışında Brooklyn'in daha zengin kesiminin yaşadığı diğer semtlere zaman yetersizliğimiz nedeniyle gidemedik.


Greenpoint bölgesinden sıralı evler Foto:Google Images
Brooklyn farklı kültür,din ve etnik yapıdaki toplulukların yaşam alanı olarak New York şehrinin bir dünya metropolü olduğu gerçeğinin açık bir örneği.


27 Ocak 2013 Pazar

Central Park'dan Harlem'e Manhattan


Manhattan'da 59'uncu sokağın yukarısı uptown (yukarı) manhattan olarak adlandırılıyor. Bu bölge, tam ortasında yer alan Central Park'ı, parkın doğu ve batı yakasına konuşlanmış dünyaca ünlü müzeleri, ivy lig (ivy league) üyesi Columbia Üniversitesi ve Afrikan Amerikan nüfusun popüler bölgesi Harlem'i ile gezimizin en renkli ve tatmin edici kısmını oluşturdu.

Central Park

Manhattan'ın 59 ile 106'ncı sokakları arasında kalan Central Park, Manhattan gibi dünyanın en yoğun şehrinde tam anlamıyla bir can simidi. Parkı baştan sonra dolaşmamız mümkün olmadıysa da çeşitli gelişlerimizde epey vakit geçirme şansımız oldu. Yorulduğumuz anlarda yakındaki Whole Food'dan birşeyler alıp park içinde küçüp çapta da olsa piknik yapmak New York gezilerimizin adeta bir geleneği oldu. Özellikle 2011 sonbaharında hava sıcaklığının ağustos sıcaklarını aratmadığı bir günde yürümekten bitap düştüğümüz anlarda kendimizi park içindeki küçük göllerden birisine nazır gölgeliğe atışımızı unutmamız ne mümkün. Orada geçirdiğimiz bir kaç saat günün bütün yorgunluğu aldı götürdü sanki. İşte şehir parkı böyle olmalı dedik kendi kendimize. Neden bizde böyle yaşayan, doğal, şehrin hemen yanı başında nefes alınacak parklar yapılmaz ki ya da var olanlara da marifetmiş gibi beton dökülür ki.
Central Park, Photo:Google Images
Parka adım attığınızda bir anda şehrin kapısından çıkmış başka bir dünyaya adım atmış gibi oluyorsunuz. Atmosfer o kadar faklı ki. Bireysel ya da grup olarak koşanlar, köpeğiyle yürüyüşe çıkmış her yaştan insanlar, bisikletliler, güneşlenenler, kitabını okuyanlar, piknik yapanlar, uzanmış dinlenenler, sincapları besleyenler, müzik çalanlar, park içindeki göllerde kayıkla gezenler, oyun alanlarında takım oyunlarını oynayanlar...

Parkın doğu ve batı yakasında park manzaralı semtler newyorkun en gözde konut alanlarıymış. Aynı zamanda park, parka bakan caddeler üzerindeki dünyaca ünlü müzeleri ile çok güzel bir kombinasyon oluşturmuş. Bu müzelerden Metropolitan Müzesi ve Guggenheim müzesi doğu yakasında, Natural History (Doğa Tarihi) müzesi ise batı yakasında.


Parkın başladığı 59'uncu sokak aynı zamanda tursitik fayton gezilerinin başladığı yer. Birbirinden faklı süslemeleri olan bu atlı arabalar modern şehrin, metropolün caddelerinde nostaljik gezi yapmak isteyenler için iyi bir seçenek.
Metropolitan Art Müzesi

Kısaca MET olarak da kısaltılan bu müze dünyanın en büyük ve önemli sanat müzelerinden birisi. 1872 yılında açılmış. Bu müze büyüklüğü, içerdiği sanat eserlerinin sayısı ve çeşitliliği itibariyle kısa sürede gezip çıkılacak müzelerden oldukça farklı. Müzeyi hakkıyla gezmek en az bir tam günü alıyor, ilgi durumuna bağlı olarak bu süre daha da artabilir. Müzenin sürekli koleksiyonları 17 farklı bölümde sergilenen iki milyondan fazla sanat eserinden oluşuyormuş.

Müzenin önceden belirlenmiş giriş ücreti yanında dilediğiniz kadar bağış yaparak da (bağış kişi başı bir dolar bile olabiliyor) müzeyi gezmek mümkün.
Müze büyük olunca içindeki sosyal alanlar da bir o kadar çok ve çeşitli oluyor. Müze içerisinde farkı tarzda bir çok kafe ve restaurant da bulunuyor. Bu kafelerden en güzeli özellikle havanın güzel olduğu zamanlar için müzenin çatısında bulunanı. Yorucu ama keyifli müze gezimizin sonunda çıktığımız roof cafe'den harika central park ve manhattan manzarasının da keyfini çıkardık.

Guggunheim Müzesi

Cenral Parkı'ın doğu yakasında hemen parka bakan beşinci cadde üzerindeki Guggunheim Müzesi ise new york'un bir diğer meşhur ve önemli sanat müzesidir. Müze binası ile de dikkat çekiyor.

Natural History (Doğa Tarihi) Müzesi

New York'da bulunan Doğa tarihi müzesi Washington DC de gördüğümüz benzer müzeden sonra gördüğümüz ikinci doğa tarihi müzesi oldu. İlki kadar heyecanlı ve şaşırtcı gelmese de burada gördüğümüz çeşitli büyüklükteki onlarca dinazor iskeleti yine ilgimizi çekmişti.



Columbia Üniversitesi
Üniversite kampüsü, Harlem'in batı bölgesinde bulunuyor. Columbia Üniversitesi  ABD de Harvard, MIT, Yale, UPEN ve Stanford üniversitelerinden sonra gördüğümüz bir diğer ivy lig üniversitesi oldu. Bu seçkin üniversitelerin kampüslerini gezmek de bizim için oldukça öğretici bir tecrübe oldu. Columbia üniversitesi kampüsünün aşağıya aldığım ana kütüphanesinin merdivenlerine oturmuş meydandaki hareketliliği seyrederken kısa süre içinde merdivenlerde sağımızda solumuzda artan kalabalıkla birlikte biranda bir açık hava toplantısının istemeden konuğu bile olduk.
Amsterdam caddesi ve 112. sokakta bulunan Cathedral of St. John the Divine, new york'un mimari açısından önemli binalarından birisidir.Dünyanın sayılı büyük katedrallerinden birisi olan bu kilisenin kulesine cumartesi günleri çıkılıp manhattan manzarası seyredilebiliyormuş.


Harlem
 
Harlem Central Park'ın bittiğe yerde başlıyor. Harlem, New York'un afrikan kökenli sakinleri ile özdeşleşmiş. Bir çok kişi için haklı yada haksız önyargılar nedeniyle yürüyerek gezmenin tehlikeli sayıldığı bu semtte, trip adviser uygulamasındaki yürüyüş rotasını takip ederek yaklaşık iki saat dolaştık. Bizim için oldukça keyifli ve öğretici geçen bu gezide fotoğraf makinamızla birbirinden ilginç kareler yakaldık. Burası new york'un metropol gerçeğini bir başka açıdan kanıtlayan oldukça ilginç bir örnek, new yorkda gezerken coğrafya değiştirmişiz hissine kapıldığımız yerlerden birisi oldu bizim için.  Gezimiz sırasında dikkatimiz en çok noktalar, sokalarda çok nadir beyaz insanlarla karşılaşmamız, zenci insanların kıyafetlerine de yansıyan renkli dünyaları, evlerin bakımsızlığı ve fakirlik... Bu arada zihinlerimizde zencilerle özdeşlemiş bu yerleşim bölgesinin tarih içinde kültürel ve sosyolojik anlamda önemli değişimler geçirdiğini de not düşmek isterim. Ekonomik gelişmelere de paralel olarak buranın sakinleri zaman içinde değişimler göstermiş. 17. yy'in sonunda Hollandalı göçmenlerin yerleşim yeri olan bu bölge, 1905'den itibaren zenci göçmenlerin akınına uğramış. 1920 ve 1930'lı yıllar Harlem Rönesansı olarak adlandırılan, zenci amerikalıların bir çok açıdan ortaya koydukları ile popüler oldukları dönemler olmuş. Bugün Harlem sadece zenci nüfusun değil alt gelir grubundan latinlerin de yerleşim yeri haline dönüşmüş.

İşte Harlem'den bazı kareler...




Afrika kökenli bayanların saçlarını ördürdükleri bir salon


Harlem'deki 99 centci.  Fakirliğin yüzü her yerde aynı maalesef

Harlem'de bir esanscı

Harlem'den ilginç duvar afişleri


25 Ocak 2013 Cuma

SoHo'dan Times Square'e Manhattan

SoHo'dan Times Square'e kadar olan kısaca midtown manhattan olarak adlandırılıyor.

İlk durağımız, sanat galerileri, butik mağazaları ve tasarım atölyeleri ile ünlü bir anlamda New York'un moda merkezi SoHo (south of Houston) oldu. Buradaki gezimizi genel olarak trip adviser uygulamasındaki yürüyüş rotasına göre yaptık. Bu rota bize hem zaman kazandırdı hem de görülmesi gerekli belli başlı yerleri görmemizi sağladı. SoHo sokalarındaki gezintimizde elbette en çok dikkatimizi çeken birbirinden ünlü, tabi bazıları o kadar ünlü olacak ki adlarını ilk defa orada duyduk, yani bizi çok aşan markalar, giyim mağazaları oldu. Bol bol alışveriş yapamayıp yolumuza devam ettik, hani bize ağırlık yapmasın babından...SoHo aynı zamanda yeme içme konusunda da oldukça zengin. Birbirinden güzel restaurantlar ve yeni fikirlere dayalı fastfood tarzı mekanlar var. Bunlardan birisi de acıkan midemizi hafifçe yatıştırmak için girdiğimiz kendine özgü tarzıyla krepler yapan bu mekandı.
Bölge moda ve tasarımın merkezi olunca birbirinden ilginç, yeni fikirlere dayalı mağazalar görmek de şaşırtıcı olmuyor. Onlardan birisi de iki dakikada kendi kemerini tasarlayacağın bu mağaza...
Bu arada SoHo'nun hemen yakınında hem de herhangi bir park kuralının olmadığı bir sokağa arabamızı park edebildiğimizi de not düşeyim. Bunun ne demek olduğunu bilenler bilir :))

SoHo'nun ardından East village ve Grenwich village bölgesinde de turladıktan sonra alçakta çok dolaştık biraz da sana tepeden bakalım ey Manhattan deyip Empire State Building'in seyir terasına çıkmak üzere buraya yöneldik. Tabi hedefe yaklaştıkça binanın dışından başlayan sırayı daha net görüyorduk. Keşke tüm sıra bu ve bilet almak için bekleyeceğimiz bir bu kadar daha sıradan ibaret olsaydı. Meğer bunlar sadece ayserbergin görünen kısmıymış. Bir sıra bitti derken bunu biraz ilerde diğer bir sıranın takip etmesi level level oyun oynamaya benziyordu. Hasılı tepeye çıkmamız yaklaşık iki saatimizi aldı. Düşüncemiz güneşin batmasına dakikalar kala tepede olmaktı. Sıradan dolayı bu hedefimizi tam tutturamasak da oradayken manhattan'ı hem gün ışığında hem de gece gözüyle seyretme şansımız oldu. Bu arada buraya çıktığımızda Aralık ayında olduğumuzu ve açık terasda yarım saatten fazla durmanın pek de mümkün olmadığını not düşmeliyim. Buradan gördüğümüz manzara ile ilgili çok fazla yorumu fotoğraflara bırakıyorum...






102 katlı Empire State binası newyork'un, manhattan'ın en simgesel binalarından birisi. 1931 de Art Deco arzında inşa edilmiş bu bina 1972'de Dünya Ticaret Merkezi binasının tamalanmasına kadar dünyanın en uzun binası ünvanına sahip olmuş.
Empire State Binası 5'inci cadde ile 34. sokağın kesiştiği noktada bulunuyor. Buradan kuzeye doğru 5. cadde üzerinden 42. sokağa doğru ilerlediğimizde dikkatimizi çeken ilk yapı New York Public Libray oldu. Kütüphanenin hemen arkasındaki Bryant Park ve burada bulunan buz kayağı özellikle geceleri oldukça renkli ve eğlenceli bir hal alıyor. Parkın hem yazını hem kışını görme şansımız oldu. Özellikle havaların güzel olduğu günlerde burada vakit geçirmek keyifli olsa gerek.

42'inci sokak çevresi Manhattan'ın merkezi olarak sayılabilecek bir yer. Çünkü bu sokak boyunca otobüs garı, evet yanlış duymadınız gar manhattan'ın tam da orta yerinde, Times Square, Public Library, Grand Terminal Central Park ve United Nation Building bulunmaktadır. 42 ile 59'uncu sokaklar arasında ise daha çok yüksek ve yoğun gökdelen yapılaşmasının olduğu alan dikkat çekiyor. Bu bölgedeki belli başlı meşhur binalardan bazıları; Rockefeller, Chrysler, Sony, Metlife ve Citibank.

Grand Central Terminal newyork'un önemli mimari yapılarından birisi olarak Amerikan filmlerinden de aşina olduğumuz tren garı. 1913 yılında inşa edilmiş. Bu bina sadece bir tren garı olmasının ötesinde newyork'a gelen tursitlerin en önemli uğrak yerlerinden birisi. Bunda etkileyici mimari tarzı kuşkusuz en önemli faktör. Orta alan yüksekliği, tavan süslemeleri ve gündüz doğal ışığı alışı önemli özellikleri binanın. Garın girişindeki merdivenlerde durup trene yetişmeye çalışan insanların oluşturduğu düzensiz ritmi seyretmek ayrı bir keyif. Daha önceki gezilerimizde kısa süreli olarak gittiğimiz bu yapıya son gezimizde yeni aldığımız tripodu da kullanıp güzel gece fotoğrafları çekmek için tekrar uğradık. İşte o fotoğraflardan bir kaçı...


Times Square 42'inci sokak üzerinde bulunan aslında çok da geniş sayılmayacak bir meydan. Yüksek binaların çevrelediği bu meydan dev ekranlarda dönen reklamları, ışıklı panoları ile kapitalizmin önemli simgesel mekanlarından. Meydanda kendinizi çok ekranlı bir açıkhava sinemasının sahnesinde buluyor gibisiniz. Ama ne seyrettiğinizden ne dinlediğinizden bir şey anlayabiliyorsunuz. Özellikle geceleri dev ekranlarda birbiri ardına hızla geçen reklamlar, görüntüler, sesler, meydanı dolduran kalabalığın ne yapacağını bilemez hali bana bir anlamda modern dünyanın tüketim, eğlence, rekabet, yarış kavramlarından oluşan ruhunu/ruhsuzluğunu hatırlattı.

Times Square'e çıkan sokakların birisinde güvenliği sağlayan bir atlı polis
Modern Art Müzesi (MoMa)

Dünyadaki en önemli modern sanat müzesi olarak kabul edilen MoMa'ya son gezimizin ilk günü olan Cuma akşamı gittik. Meğer cuma akşamları bu müzenin "free night" gecesiymiş. Müzeye vardığımızda girişdeki kalabalık gözümüzü korkutsa da pek de uzun sayılmayan sıra ilk başta içimizi ferahlattı. Sıraya girmiş beklerken bir görevlinin bu sıranın üyeler için olduğunu genel giriş için binanın dışındaki sıraya yönelmemizi söylemesiyle irkildik. "Genel" ziyaretçiler için olan o sıraya girmek için binadan çıkıp altıncı caddeye doğru gittiğimizde sıranın uzunluğu tam anlamıyla bizi şok etti. Ama kısa bir süre sonra başarılı bir organizasyon ile sıranın çok hızlı ilerlediğini anladık. Keşke herşey bu sırayla bitse ve müzeye girebilseydik. Biletlerimizi aldıktan sonra sırt çantamızı bırakmak için de bir saate yakın ayrı bir sırada beklemek zorunda kaldık. Bu ne sanat aşkı Allahım :))

Müze hakkında çok fazla söze gerek yok aslında, dünyanın en önemli tabloları ve eserleri burada sergileniyor. Bunlar arasında Van Gogh'un The Starry Night (Yıldızlı Gece), Picassonun Les Demoiselles d'Avignon (Avignon'un Genç Kızları) ve Monet'in Water Lilies (Nilüferler)  da bulunuyor. Müze koleksiyonunda 150.000 ayrı parçanın yanı sıra, yaklaşık olarak 22.000 film ve 4 milyon film karesini de bünyesinde bulunduruyor.
Van Gogh'un Yıldızlı Geceler tablosu önünde fotoğraf çekme ve çekilme izdihamı
Müzenin üst katlarından aşağıya bakış
5. Cadde (5.Avenue)

5. cadde Manhattan'ın baştan sona en eğlenceli yürünecek caddelerinden birisi. Bu cadde üzerinde metropol şehrin bir çok yansımasını görmek mümkün. 5. Caddenin özellikle 49 ve 60'ıncı sokaları arasındaki kısmı dünyaca ünlü prestijli markaların mağazalarının sıralandığı, bu mağazaların vitrin tasarımları ile adeta göz kamaştırdıkları yeridir. Dünyadaki en pahalı alışveriş caddesinin burası olduğu kabul edilmektedir.
Louis Vuitton mağazası

Trump Tower

5.caddedeki tasarım harikası vitrinlerden birisi

5. Cadde üzerinden kareler...


New York City'nin uzayıp giden caddeleri ve ayrılmaz parçası sarı taksiler



5. Cadde'den Grand Central Terminal

Çok kültürlülüğün ve çeşitliliğin küresel örneği Manhattan'ın caddelerinde yılın çeşitli zamanlarında farklı kültürlerin festivalleri düzenleniyor. Bu günlerde bütün bir cadde trafiğe kapatılıyor. Her yıl düzenlenen Türk günü, yürüyüşü de bunlardan birisi. Biz Türk gününe katılamadık ama gezilerimizin birisinde Brezilya festivaline denk gelmiştik.
Gezilerimiz boyunca Manhattan sokaklarında ve caddelerinde çok sayıda evsiz insana da rastladık.
St. Patrick's Cathedral'in merdivenlerinden bir kare
Manhattan cadde ve sokalarının vazgeçilmez öğelerinden bir anlamda şehrin dokusunun parçalarından birisi de sokak satıcıları.

Her köşe başında satılan Amerikan simidi; Pretzel
MoMa'dan çıktığımız gece sokağı saran et kokusunun kaynağını bulmamız zor olmadı. Gecenin geç saatine rağmen köşe başındaki seyyar Gyro'cu (kıyma şeklinde et veya tavuk; pilavla yada dürüm olarak servis edilebiliyor) önündeki uzun kuyruk bizi şaşırttı. "Helal Guys" markasıyla manhattan da yer edindikleri belli bu dönerciden yükselen kokulara fazla dayanamayıp birer tane de biz aldık.
5. caddede General Motors Plazasının önünde içinde ısırılmış elma olan cam kutu şeklindeki yapı Apple mağazsının girişi. Etkileyici bir tasarım örneği gerçekten.