Uzunca bir aradan sonra Amerikadaki gezi notlarıma New York City ile devam etmek istiyorum. Bu yazımda New York City'ye yaklaşık 1,5 yıllık zaman diliminde yaptığımız toplamı on iki on üç günü bulan gezilerimizin notlarını paylaşacağım. Hemen başta söylemeliyim ki NYC'ye hiç bir gidişimiz bir öncekinin tekrarı olmadı. Bu bizim gezme konusundaki tecrübemiz yanında şehrin inanılmaz çeşitliliği ve zenginliğinin de bir sonucu olsa gerek.
NYC, yaşadığımız Boston'dan sonra Amerikada'ki ikinci şehir tecrübemiz oldu. Amerikaya geldiğimizin ikinci ayında bulduğumuz ilk tatil fırsatında bir otobüs yolculuğu ile Manhattan'a gittik. Bu gezi İstanbul'dan sonra Boston gibi görece sakin ve düzenli bir şehre gelmenin yaşattığı hafif şokun bir anlamda telafisi gibiydi. Oldukça iyi gelmişti bize.. Yaklaşık 4 saatlik otobüs yolculuğunun ardından sabaha karşı 4'de Manhattan'ın ortası sayılabilecek bir yerde, Times Square'in tam da yanında, bulunan otobüs terminaline vardığımızda bizi nasıl bir şehir beklediğinden habersizdik. Gerçi 24 saat uyumayan bir şehir olduğunu duymuştuk ama görmemiştik. Otobüsten iner inmez ilk durağımız Times Square olmuştu. Olağandışı renkli ve hızlı akan görüntülerle dolu dev reklam panolarının aydınlattığı meydana sanki hiç gece uğramamış gibiydi. Meydana bakan bir Starbucks'ın ilk müşterileri olarak kahvelerimizi alıp bir yandan meydanı seyredip diğer yandan gezi planımızı netleştirdik. Sadece iki gün ayırabildiğimiz bu ilk gezimiz bir anlamda NYC'ye bir giriş niteliğindeydi. Eee kolay değil cetvelle çizilmiş sokakları ve avenuları doğusuyla batısıyla kavramak, zihinde oturtmak biraz zaman alıyor tabi...Tabi bu arada iphonun ve google map'in hakkını da teslim edelim.
NYC'ye yaptığımız bu ilk geziden sonra beşer günlük iki gezi daha yaptık bu şehre. Toplamda görmek istediğimiz yerlerin hemen hemen büyük kısmını gezip gördük diyebiliriz. Ama her zaman tam bitti demek bu şehir için zor.
Gezilerimizi temelde bir çok rehberde olduğu gibi manhattan'ı lower, midtown and upper olarak üçe ayırıp gezdik. Bunun yanında "trip adviser" uygulamasında önerilen yürüyüş rotalarını da takip ettik. Gezilerimizde mümkün olduğunda yürümeyi tercih ettik. Metroyu çok nadir kullandık. Bunun bir sebebi de ikinci ve üçüncü gezilerimizde Manhattan'a arabayla gitme cesaretimiz oldu. Bu cesaret konusunda sonraki yazılarımda yeri geldikçe bahsetmeyi düşünüyorum. Gezi notlarımı yukarıda anlattığım gezi planımıza göre üç genel başlıkta (lower manhattan, midtown ile upper manhattan ve central park) toplamayı düşünüyorum. Her bir başlığın altında da daha spesifik gezi noktalarımızdan notlarıma yer vereceğim.
Gezip gördüğümüz yerler ile ilgili notlarımı detaylandırmadan, daha önceki yazılarımda da yaptığım gibi gezdiğim şehirle ilgili gezi öncesinde, sırasında ve sonrasında duyduğum, okuduğum ve öğrendiğim ilginç notları bir giriş niteliğinde defterime not etmek istiyorum.
Dünyanın başta gelen metropol şehirlerinden birisi olan New York City, Amerika'nın en büyük, en yoğun yerleşim ve yapılaşmanın olduğu, en prestijli ve dolayısıyla en fazla turist çeken kentidir. Bir anlamda Amerikanın vitrini ve dünyanın en önemli gösteri sahnesi.
New York denildiğinde hemen akla gelen Manhattan, aslında New York City olarak adlandırılan bölgenin beş parçasından birisidir. Diğerleri; Brooklyn,Bronx, Queens ve Staten Island. Bu beş bölgenin tamamı New York City'i oluşturuyor. NYC aynı zamanda New York eyaletinin bir şehri.
Manhattan isminin Manna-hata dan geldiği ve Lenepa dilinde bir çok tepenin oluşturduğu ada anlamına geldiği söylenmektedir. Manhattan şehir yapısı lower kısmı hariç grid plana sahiptir. Sokaklar doğu-batı yönünde giderken caddeler (avenue) kuzey-güney yönünde giderler. Sokaklar lower kısımdan sonra 1'den başlayıp 220'ye adanın üst kısmında 220'ye kadar gitmektedir. Caddeler (avenue) ise doğudan başlayarak batıya kadar 12 adettir. Manhattan ile ilgili bir çok kez duyduğum ve okuduğum ilginç tarihi aneknotlardan birisi de buranın mülkiyeti ve eski yerleşimcileri ile ilgili. Buna göre Manhattan adası ilk kez Hollandalı Peter Minuit tarafından o zaman bu bölgede yaşayan yerli (native) bir kabileden bugün için çok komik sayılabilecek bir bedelle satın alınmış. Doğruluğu tartışmalı bu hikaye finans kitaplarında paranın zaman değeri konusu anlatılırken bile geçer. Hollandalı yerleşimcilerden dolayı Manhatta ilk olarak New Amsterdam olarak anılmış. Daha sonra İngilizlerin işgali ile ismi bugünkü halini almış.
Washington DC de bulunan American History müzesinden çektiğim Manhattan'ın 1925 yılına ait havadan çekilmiş bir fotoğraf |
NYC'i kültürel olarak çok çeşitli ve benzersiz yapan sürecin önemli köşe taşlarından birisi 1892 yılından 1954 yılına kadar Avrupa ve dünyanın çeşitli yerlerinden okyanus aşıp Yeni Dünya'ya büyük ümitlerle akın eden göçmenlerin giriş kapısı olmasıdır. Bu kapı büyük ümitlerle adeta gemileri yakıp gelen kimi fakir, kimi suçlu, kimi yaşadığı toplumda dışlanmış ve ezilmiş, kimi geldiği ülkelerde kendini özgür hissetmeyen insanların mutlu yada mutsuz biten serüvenlerinin kader anlarının yaşandığı Ellis Island'dır. Bu adada yapılan sağlık kontrolleri ve soruşturmaları geçip Yeni Dünya'ya ayak basan göçmenler Manhattan ve çevresinde inanılmaz bir çok kültürlülüğün de kaynağı olmuş.
NYC'nin kültürel çeşitliliğine dair şu bilgi ise durumu gayet iyi özetliyor. Bu şehirde yaşayan beş yaşından büyük nüfusun %47'sinden fazlası evlerinde ingilizceden başka bir dille konuşuyor. Şehirde onlarca farklı dil gündelik yaşamda konuşuluyor. Manhattan içinde Chinatown, Little Italy, Harlem; Brooklyn'de yoğunlaşmış Yahudi yerleşimi bu kültürel çeşitliliğin örnekleri.
Manhattan deyince hemen akla gelen yerlerin başında gelir Central Park. 1857'de açılmış olan bu şehir parkı 3.41 km2 lik alanıyla Manhattan adasının ortasında adeta ayrı bir dünya ve şehrin karmaşından kaçıp sığınılacak bir liman. Park zamanla o kadar doğal bir hal almış ki kimi yerlerinde tamamen şehirden uzaklaşmış sanki ormanlık bir alanda yürüyüş yapıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Bu kadar büyük bir alanı yeşil alan olarak ayırmış bir öngörü gerçekten takdire şayan. Bu park sayesindedir ki Manhattan bu kadar popüler ve değerli.
NYC ile ilgili bu geziler dolayısıyla yaptığım okumalardan öğrendiğim bir diğer bilgi ise, şehrin 1789'dan 1790'a kadar Amerika'nın başkentliğini de yapmış olması.
NYC'de gezerken bazen kendimizi daha önce izlediğiniz bir filmin sahnesinde dolaşıyormuş gibi hissettiğimiz çok anlar oldu. Karşılaştığım bir istatistik bunun ne kadar normal olduğunu ortaya koyuyor zaten. NYC yılda yaklaşık 250'den fazla filme bir şekilde konu oluyormuş.
NYC dünya finansının en önemli merkezi olması yanısıra moda, sanat ve kültür konusunda da oldukça zengin. Bizim için özellikle müzeler not etmeye değer. Dünyaca meşhur Metropolitan Müzesi, modern sanatın en önemli eserlerinin sergilendiği The Museum of Modern Art (MoMA) ve Guggenheim Museum bizim gezebildiğimiz başlıca müzeler oldu.
NYC bahsederken metro ağından bahsetmemek olmaz. Şehirde metro ağı o kadar yoğun, uzun ve karmaşık ki anlamak için bile biraz kafa yormak gerekebiliyor. Özellikle durakları bulmak bile bazen mesele olabiliyor, çünkü hiç ummadığınız bir binanın altından tünelle istasyona ulaşmanız gerekebiliyor. Filmlerden sıkça gördüğümüz, sokaklardan yükselen dumanlar işte bu sistemin havalandırması. Şehrin metro sistemi ile ilgili birkaç not: New York metro sistemi 1355 km uzunluğu ve 468 istasyonu ile dünyanın en büyük metro ağı. Unutmadan metronun şehirde 24 saat çalıştığını da not etmeliyim.
NYC ile ilgili paylaşacak daha bir çok notum var aslında ama kalanını sonraki yazılarımda yeri geldikçe anlatmayı düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder